Anlam
Latince kökenli diktatör kelimesinin iştikâkı: dicere (söylemek, konuşmak, teklim etmek) > dictare (sık sık söylemek, reçete yazmak, tembihlemek) > dictator > dictateur (Romalı, hâkimiyeti mutlak olan sulh başhâkimi). 17’nci asır itibarıyla mutlak idâreci, sınırlandırılmamış idârî güçleri haiz kişi anlamında bir ıstılaha dönüştürülmüştür.1

Latince dictatustan Almancaya diktat: “Politik ve ekonomik baskılar ve askeri tehditlerle zorlama; güçlü bir emperyalist devletin, zayıf bir ülkeye, eşit olmayan bir antlaşmaya empoze etmesi ve onu kabule zorlaması”. Diktatör (Latince dictator): “Sınırsız egemenlik haklarına sahip olan ve yönetimi tek başına elinde bulunduran kimse”. Diktatorya: “1) Diktatörün iktidarı. 2) Herhangi bir sınıfın politik egemenliği”.2
2 Aşukin, N. S.; Butirsky, N. P.; Veber, A. B.; Davidov, A. İ.; İlina, İ. V.; Kirillova, L. V.; Lehin, İ. V.; Lukovtseva, İ. İ.; Struve, M. E. & Yunin, M. M. (1979). Politika Sözlüğü (M. Beyhan, çev.) içinde (s. 62). İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Dikta, “en güçlünün en zayıfa kabul ettirdiği ve kaba kuvvetten başka dayanağı olmayan mutlak buyruk”; diktatörlük ise “Parlamento seçimine dayanan demokratik bir rejimde, toplum sınıfları arasındaki dengenin kaybolarak sınıflardan birinin ötekiler üzerinde baskılı bir yönetim kurmasından doğan rejim” olarak tanımlanmaktadır.3
3 Zekeriya Yıldız. (2013). Politika Sözlüğü içinde (s. 77). İstanbul: Etkileşim Yayınları.
Şahidler
Temmuz 1919. Erzurum Kongresi delegesi Kadirbeyoğlu Zeki Bey’den Mustafa Kemal’e: Kordonunu ve üniformanı çıkar da gel, diktatörlükten korkarım.4
4 Kâzım Karabekir. (1960). İstiklâl Harbimiz içinde (s. 252). İstanbul: Türkiye Yayınları. Mustafa Kemal, o tarihlerde askerlikten istifa etmiş hâldeydi bu cihetle paşa sıfatıyla zikredilmedi.
14 Eylül 1919 sonrası. 15’inci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa: Bunun bu sözlerini Şarkta herkes biliyor ve işitiyordu, Erzurumda bulunduğumdan aynı sözleri söyleyen Erzurum murahhaslarını ve Müdafaai Hukuku az çok ikna ediyordum. İçlerinden bazıları Zeki bey gibi daha tok sözle “Mustafa Paşayı sen tekeffül ile bu vaziyete getirdin. Fakat bugün sürüklendiğimiz bir vaziyet tahaddüs etmiştir. Bundan endişe etmeyelim. Diktatörlüğe göz yummam diyorsun. Halbuki bu gün Erzurum kongresi kararı feshedilmiştir. Yarın Sivas Kongresi kararının aynı akibete mâruz kalmasından da endişe ediyoruz. Bu halin müteselsilen nereye gideceğini ve samimi başlayan işimizin neye müncer olacağını kestiremiyoruz. Size olan kalbî rabıta ve itimadımız olmakla beraber emrivâkilerin arkasından, gelemeyiz” deyenler oluyordu. Bu açıkça şu demek idi ki sen de millî kararlar yerine Mustafa Kemâl Paşa emrivâkilerine mesnet olacaksan samimiyet ve itimadımızı kaybedeceksin.5
5 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 1960, s. 252
Kâzım Karabekir: Mustafa Kemal Paşa hazretleri kararlardan ziyade emirler tebliğine gidiyordu. Ne yapmak istediklerini her tarafa bir türlü tefsir ederek bütün şarkta ve bilhassa Erzurum ve Trabzonda mühim akisler yaptı ve Mustafa Kemal paşaya karşı müthiş aleyhtarlık başladı. Erzurum Kongresi âzaları tarafından şifâhen ve tahriren bana bu hususta birçok müracaatlara yol verdi. Erzurum hey’et-i temsiliye âzasından olup Trabzon’da bulunan Izzet ve Servet Beyler de Sıvas mukarreratını dinlemiyeceklerini bildirdiler. Oradaki vilâyat-ı şarkiye hey’etine de bunu yazmışlar ve Mustafa Kemal Paşanın telgraflarına cevap da vermemeğe başlamışlar. Propagandaların ve bana kadar söylenen ve yazılan şeylerin mahiyeti şu idi: (Mustafa Kemal Paşa padişahı indirip kendi geçmek için işler yapıyor, şimdiden diktatörlüğe başladı.)6
6 Kâzım Karabekir. (1951). İstiklâl Harbimizin Esasları içinde (s. 147-148). İstanbul: Sinan Matbaası ve Neşriyat Evi.
Kâzım Karabekir: Trabzonda İzzet ve Servet beylerin (Hey’eti Temsiliye âzasından) mütalâaları ve cevabım bu hususta halkın ve benim düşüncelerimi gösterir. Meselenin en mühim ciheti halkta ve zabitanda Mustafa Kemâl Paşaya karşı, izalesi mümkün olmayan bir emniyetsizliğin pek ileri gitmesi idi. Vak’aların icad edildiğini ve Mustafa Kemâl Paşanın bu suretle emrivâkilerle diktatörlüğe yürüdüğünü, vaktile Erzurumda iken Elâziz valisini öldürmek istediğini, onun da şimdi buna karşı hareketi aralarındaki şahsî husumeti millî işe karıştırdıklarını, Kemâl Paşanın Dahiliye Nazırına yazdığı telgrafın şahsî intikamına milleti âlet edeceğini, daha bazı şahsiyata taalluk eden sözlerle büyüyen dalgalar bana doğru köpüklerini gösteriyordu.7
7 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 1960, s. 236.
Kâzım Karabekir: Halbuki mıntakamda, bilhassa Trabzon ve Erzurum daha mütarekesinin ilk gününden, millî teşkilâtlarını yapmışlar ve benim de inzimamı kuvvet ve tedbirimle millî mukavemet teşekkül etmişti. Bu halk bir hedef için bir Erzurum kongresi yapmışlardı. Mustafa Kemâl Paşa bu işlerin kurulduğu tarihlerde henüz İstanbul’dan bile çıkmamışlardı. Erzurum kongresine giren Kemâl Paşanın benim reyimle girdiğini herkes biliyordu ve yine herkes kendisinin diktatörlüğe doğru yürüyeceğini hesaba katmıştı.8
8 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 1960, s. 265.
26 Kasım 1919. Kâzım Karabekir: ziyaretine gittim. İki saat kadar münakaşa ettik. [Ferik] Fevzi Paşanın, en mühim vazifesinin beni görmek olduğunu anladım. Mustafa Kemâl Paşayı tutmaklığımın felâketini, istikbalde bednam olacağımı anlattı. Söylediği iki şey şunlardır: 1) Yegâne istinadgâhları sen olan Mustafa Kemâl Paşa muhteris ve menfaat düşkünüdür. Maksadı, şekli hükümeti değiştirmek, diktatör olmaktır. Ahlâkça herkesçe fena tanılan bu zatın milletin başına belâlar getireceğini seni seven bütün arkadaşlarınız ve ben yakinen biliyoruz. Ali Fuat Paşa da muhterisin biridir. En itimad ettiğin İsmet de aynı fikirdedir. Ve benim gibi o da seni ikaz etmek fikrindedir. Bunların hiç bir kuvveti olmadığı halde sen bunlara, kuvvet veriyorsun. (..) 2) Mustafa Kemâl Paşa yaverlerini de meb’us yaptırıyormuş. Bu gibi meb’usların yapacağı fena tesirleri de düşünmelisiniz. (..) Fevzi Paşayı nihayet ikna ettim (..) Fevzi Paşa millî mukavemete ve millî karara hak veriyor. Yalınız “Mustafa Kemâl hepinizi atlatır, sürükler, bir şeyden haberiniz olmaz. O millî kararı, sizin meşru emelinizi değil, şahsî ihtirasını düşünüyor. Onu tanımıyorsunuz,” diyor ve endişesini bir noktada, Mustafa Kemâlin şahsında topluyor, diktatör olacak diye endişe ediyordu. Kendisini şöyle tatmin ettim: “Görüyorsunuz ki içimizde gayrı müdrik insan yok. Şahsî olarak aykırı istikamete gitmesi mümkün değildir. Bugün nasıl tutuyorsak aykırı hareketini görünce de bırakmak elimizdedir. Mustafa Kemâl halka ve halkçılığa hürmet ettikçe mevkiinde durabilir. Herhalde pis bir muhit yapmasına meydan vermeyiz. Şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da muvaffakiyetin birlikte olduğunu görüyor.”9
9 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 1960, s. 391.
27 Kasım 1919. İstanbul’dan 16 Mayıs saat 4.30’da yola çıkıp 19 Mayıs’ta Samsun’a muvasalat eden Bandırma Vapuru’ndaki subaylardan ve CHP tek parti yönetimi büyükelçilerinden Hüsrev Gerede: Halk Heyet-i Temsiliye’deki kişilere birer kulp takmaya çalışıyor. Örgütün sürekli olmasından korkuyor. İyi niyet sahipleri barışa kadar görevde kalmasını istiyorlar. Bir kısım halk ise “Bu örgüt yeniden biçimlenmiş bir İttihatçılık olacak. Mustafa Kemal Paşa girişimci bir askerdir, diktatör olacak.” diyorlar.10
10 Sami Önal. (2003). (Haz.). Hüsrev Gerede’nin Anıları: Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve Devrimler (4. baskı) içinde (s. 126). İstanbul: Literatür Yayınları.
8 Aralık 1919. Mustafa Kemal, 12. Kolordu Kumandanı Fahrettin Bey’e gönderdiği mektupta (..) kendisinin diktatör olduğu yolundaki propagandalardan yakındı ve yakında Temsil Kurulu’nun Seyitgazi’ye taşınacağını bildirdi.11
11 Zeki Sarıhan. (1995). Kurtuluş Savaşı Günlüğü (Cilt 3) içinde (s. 268). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
13 Kasım 1920. Çerkez Ethem’in yakın arkadaşlarından Mebus Hacı Şükrü Bey, Mustafa Kemal’e çektiği telde, Ethem Bey’in Ali Fuat Paşa ile Moskova’ya gönderileceği söylentisinin dolaştığını bildirerek “Bu gibi kişilerin çevrenizden uzaklaştırılması, diktatör olacağınız sanısını uyandırıyor” dedi.12
12 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1995, c.3, s. 281-282.
31 Aralık 1920. Kuvâ-yı Seyyâre lideri Çerkes Ethem’den Batı Cephesi kumandanı İsmet Paşa’ya: Meclis, sizin sahte askerî şöhretlerinizi anlamış değil; bana kalsa, ne Mustafa Kemal Millet Meclisi reisi olurdu, ne de sen şimdi benim idamıma ferman okuyabilirdin ve ne de Ankara Millet Meclisi koridorlarındaki eşkal-i muhtelife silahlıları, o Mustafa Kemal diktatörlüğünü davet edebilirdi. Tarih bana az, size çok lanet edecektir.13
13 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1995, c. 3, s. 346-347.
24 Mayıs 1921. İstanbul’daki İngiliz Fevkalâde Komiseri Horace Rumbold’dan Britanya Hariciye Nezaretine: Mustafa Kemal’in diktatörlüğünde ve askerî önderler arasında bir çözülme bulunmuyor.14
14 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1995, c. 3, s. 543-544.
27 Mayıs 1921. Enver Paşa’dan Maliye eski nâzırı Cavid Bey’e mektup: Anadolu’nun son zamanlardaki şeklini hiç beğenmedim. Hiç hoşuma gitmedi. Ben kendilerine Moskova’da pek ikna ve irşat ettiğim gibi, Antanta (yani Batı devletleri) ile her halde, aşağı yukarı işi bir neticeye bağlayarak, sulha pek muhtaç olan memlekete sükûn vermelerini bildirmiştim. Bunun aksine olarak Ankara, son şekliyle şahsi Diktatörlüğe ve büsbütün Rus istikametine atıldı. Bununla Rusları da memnun edemeyecek, belki de korktuğum şekle doğru atılacaktır. Mamafih Allah muhafaza eylesin.15
15 Şevket Süreyya Aydemir. (1985). Enver Paşa: Makedonya’dan Ortaasya’ya (Cilt 3) içinde (s. 560-561). İstanbul: Remzi Kitabevi.
22 Haziran 1921. 243 sayılı İngiliz gizli istihbarat raporunda, Mustafa Kemal’in Haziran sonundan önce Meclisi dağıtmağa çalıştığı bildirilmişti.16
16 Salâhi R. Sonyel. (1981). Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları. Belleten, 45(179), s. 259.
14 Eylül 1921. Çanakkale Kara Muharebelerindeki Güney Grubu Ordusu Kumandanı Mirliva Vehib Paşa; Roma’dan, Malta’da bulunan Yakup Şevki Paşa’ya mektubunda şiddetle Mustafa Kemal aleyhinde bulundu: Mustafa Kemal, hırsına ve tamahına gerçekte küçük, görünüşte Büyük Millet Meclisi’ni siper etti. Renkten renge şekilden şekile girdi. Diktatörlük kurdu. Bu yalancı pehlivan, Bekir Sami’nin hazırladığı itilaf esaslarının kabulünden sonra mevkisiz kalacağını anladı. Memleketi batırıyor. Harici hiç bir yardımı kabul eylemediler.17
17 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1996, c. 4, s. 52.
25 Ekim 1921. İstanbul’daki İngiliz Fevkalâde Komiseri Rumbold’dan Hariciye Nâzırı Lord Curzon’a muhtıra: Tercüman, Hamit Bey’le bir görüşme yaptı. Hamit Bey’e göre, barış yapılınca Ankara Hükümeti kendini feshedecek, yeni seçime gidilecek, Padişah’a dokunulmayacak. Mustafa Kemal, Türkiye’nin diktatörü olmayacak.18
18 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1996, c. 4, s. 117.
7 Kasım 1921. Fransız L’Humanite gazetesi Türkiye muhabiri: Mustafa Kemal bir Türk vatanperveri ve askerî bir diktatördür. Meclisi ise düpedüz burjuva ve tutucudur. Mustafa Kemal, mecbur kaldığı için Sovyetlere el açmıştır.19
19 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1996, c. 4, s. 134.
25 Kasım 1921. İngiliz istihbaratının muhtırasına göre başkumandanlık yetkisi uzatılan Mustafa Kemal böylece Türkiye’nin “diktatörü” biçimine geliyor ve hayatı boyunca Gazilik ünvanı almıyan ve ancak Başkomutan vekili bulunan Enver Paşa’yı da geçmiş bulunuyordu.20
20 Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 266. Yaklaşık bir sene sonra 20 Temmuz 1922’de ise, başkumandanlık yetkisinin süresiz olarak şahsında toplanması için Mustafa Kemal Paşa, zaferi müteakiben tüm makamlardan istifa edeceğini ve milletin herhangi bir ferdi gibi olacağını beyan etmiş, kanun teklifi de “şiddetli ve sürekli alkışlarla” kabul edilmişti (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 21, s. 431).
1 Aralık 1921. Mustafa Kemal Paşa: Efendiler, bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir.21
21 T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 14, s. 428. Mustafa Kemal’in resmî olarak Çankaya Köşkü başkütüphanecisi, hakikatte yakın koruması Nuri Ulusu, Mustafa Kemal’in 1927’de demokrasi ilân etmesine ilişkin bir hatırasını anlatır: “O sene zarfında sofrada bir akşam Atatürk Demokrasi ilân ediyorum dedi bu sene. (..) Bu akşam sofrada demokrasi ilân ediyorum. Bir ara sofracılardan, sofraya hizmet edenlerden kimse bulunmadı. Zil çaldı. Argadaşlar geldiler. Yahu! Demokrasiyi ilân ettikse bize bir kadeh rakı verecek insan yok mu? dediler.” Nazmi Kal. (1975). Atatürk’ten Anılar (3. bölüm) içinde (dk. 02:51). TRT, YouTube adresinden edinilmiştir.
3 Ocak 1922. Meclis’in gizli oturumunda Fevkalade Harp Encümeni yasa tasarısı tartışıldı. Muhalefet adına Hüseyin Avni Bey, diktatörlük getireceği gerekçesiyle tasarıya karşı çıktı.22
22 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1996, c. 4, s. 216. Erzurum mebusu Hüseyin Avni (Ulaş) Bey: Askerden firar etmiş, bir kimsenin ailesi nefyedilmiştir. Çoluğu çocuğu sefil edilmiş, sorarım sizlere; burada otururken aileniz bir tarafa jandarma ile nefyedilirse nasıl hareket edersiniz? Çorum mebusu Haşim Bey: İstiklâl mahkemeleri karariyle olmuştur. Malatya mebusu Lûtfi Bey: Hayır, İstiklâl mahkemeleri yapmadı. Diktatör eller yaptı. Hüseyin Avni Bey: Hayır, evvelki engizisyon mezaliminden bir parça. Karahisarı Sahib mebusu Nebil Efendi: Hattâ İstiklâl mahkemeleri yapmışsa onlar tecziye edilmelidir. Kastamonu mebusu Abdülkadir Kemalî Bey: Hattâ İstiklâl mahkemeleri mâni olmak için çok çalışmıştır. Hüseyin Avni Bey: Vatanın müdafaası herkesin ırzının, hayatının emniyetli olmasiyle mümkündür. Bu emniyeti suiistimal eden memurlar hiyanet yapmışlar, vazifelerini ifa etmemişlerdir. Büyük Millet Meclisinin vicdanı böyle şey kabul edemez. Bunlar tecziye edilmelidir. Bu biçarelerin her halde müreffehen evlerine gönderilmesi hususunda bir karar verilmelidir (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 18 Aralık 1922, Cilt 25, s. 435).
30 Ocak 1922. İngiliz The Times gazetesi: Anadolu, Mustafa Kemal’in diktatörlüğünden bıkmıştır.23
23 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1996, c. 4, s. 254.
Mart 1922. İngiliz devlet arşivindeki “F.O. 371/7882/E 3779” künyeli muhtıraya göre Mecliste protesto sadaları yükseliyor ve Celâl Bey’e “Kahrolsun istibdat! Yaşasın Hilâfet!” naralarıyla saldırılıyordu. Söz konusu yazılardan ötürü Yakup Şevki Paşa da Mustafa Kemal’e protestoda bulunuyordu.24
24 Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 273. “(..) mecliste ve Milliyetçi liderler arasında Mustafa Kemal’in kişisel diktatörlük planlıyor olmasından veya İtilaf Devletleriyle uzlaşmaya niyetli olmasından korkan kimseler vardı.” Erik Jan Zürcher. (1987). Milli Mücadelede İttihatçılık (N. Salihoğlu, çev.) içinde (s. 224). İstanbul: Bağlam Yayınları. Hılâfet müessesesi Mustafa Kemal’e karşı bir denge unsuruydu. Hılâfetin 3 Mart 1924’te ilga edilmesi, “Rauf ve çevresi için bu kopma noktası idi. Onların gözünde Mustafa Kemal’in diktatörce tutkularını engelleyebilecek tek güç kaldırılmıştı.” (Zürcher, 1987, s. 246).
24 Mart 1922. İngiliz istihbaratı mahrem muhtırasına göre Büyük Millet Meclisi’nin çoğunluğunu subaylar ve İttihat ve Terakki Derneğinin eski üyeleri oluşturuyorlardı. Seçimler “komedi” idi ve milletvekillerinin çoğu seçilmiş değil, atanmışlardı.25
25 Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 276-277.
6 Kasım 1922. Saltanatın kaldırılmasından 5 gün sonra, Fransız Le Figaro gazetesi yazarı Georges Vaulgues: Kemal Paşa maskesini çıkardı, altından gerçek bir ihtilalci diktatör çıktı.26
26 Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1996, c. 4, s. 809.
22 Ocak 1923. Bursa’daki Şark Sineması’nda Mustafa Kemal, ahaliyi ihtar etti: Yaptığımız işler ve aldığımız neticelere göre bu gibi irticalara her vakit intizar olunabilir. Kan ile yapılan inkılâplar daha muhkem olur, kansız inkılâp ebedileştirilemez. Fakat biz bu inkılâba vasıl olmak için lüzumu kadar kan döktük. Bu kanlarımız, yalnız muharebe meydanlarında değil, aynı zamanda memleketin dahilinde de döküldü. Biliyorsunuz ki Hendek’te, Bolu’da, Konya’da, Yozgat’ta vesair memleketlerimizde bir çok isyanlar vukua geldi. Ve bunların hepsi tenkil edildi. Şayanı temennidir ki, bu dökülen kanlar kâfi gelsin, ve badema kan dökülmesin. Mesut inkılâbımızın aleyhinde fikir ve his taşıyanları tenvir ve irşat etmek münevverana terettüp eden vazaifi milliyenin en mühimmi ve en birincisidir.27
27 Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu. (1997). Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II (1906-1938) (5. baskı) içinde (s. 73). Ankara: Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları.
26 Şubat 1923. Britanya’nın Bükreş temsilcisi Sör H. Dering’den Hariciye Nâzırı Lord Curzon’a şifreli telgraf: Mustafa Kemal Mecliste barıştan yana çoğunluğu sağlamak için ılımlı partinin büyük bir bölüğünü kazanmaya çalışacaktır. Bunda başarı sağlayamazsa, Ankara’da kendisine sadık 30.000 kişilik bir ordu vardır; BMM’ni dağıtacak ve bu ordunun yardımıyla barıştan yana karar alacaktır.28
28 Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 294. Mevzubahis “barış”, Lozan müzakerelerinde büyük oranda Müttefikler tarafından şekillendirilen şartlardır.
20-23 Mart 1923. Konya gezisi sırasında Latife Hanım’la mülakat yapmak için müsaade isteyen gazetecisi İsmail Habib’e, Mustafa Kemal şöyle demiştir: Bırak be çocuğum baksana ne propagandalar yapıyorlar; seyahatte alınmış fotoğraflarımızı büyülterek karısını açık gezdiriyor diye en ücra yerlere kadar dağıtmışlar. Herşeyden evvel kız gibi bir meclis yapalım da ondan sonra istediğiniz gibi yazınız.29
29 İsmail Habib Sevük. (1981). Atatürk İçin içinde (s. 53). Ankara: Kültür Bakanlığı. Dikkat çekici bir biçimde, Lozan projesine şiddetle muhalefet edenlerden Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey 27 Mart’ta öldürülecek ve Meclis’in 1 Nisan tarihli içtimaında ise seçimin yenilenmesi kararlaştırılacaktır (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 28, s. 294). İstiklâl Harbi’nde 1’inci Ordu Kumandanlığı yapmış olan Ali İhsan (Sâbis) Paşa’ya Mustafa Kemal’in başyaveri Salih (Bozok) Bey şöyle demiştir: Paşa dua et ki yaşıyorsun. Cenabı Hakk’a hamdedip bir köşede rahatına bak; bu dünya mihnete değmez.. Şark İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanan ve reisicumhura bağışlanma mektubu göndererek idam edilmekten kurtulan gazeteciler arasında yer alan Hüseyin Cahid (Yalçın) Bey ise Paşa sesini çıkarma, yok ederler ha!.. Ali Şükrü vakasını hatırdan çıkarma! ikazında bulunmuştur. Ali İhsan Sâbis. (1993). Harp Hatıralarım: İstiklâl Harbi ve Gizli Cihetleri (Cilt 5) içinde (s. 386). İstanbul: Nehir Yayınevi. Hâkimiyet-i Milliye, 14 Eylül 1925, Mevkûf Gazeteciler Afv Talebinde Bulundular, s. 1.
31 Mart 1923. İngiliz istihbaratının 1115 numaralı mahrem muhtırası: “Ankara’da bulunan güvenilir kaynaklara göre”, BMM barışa ve Mustafa Kemal’in projesine engel olmaya çalışırsa, Mustafa Kemal, İsmet ve Karabekir üçlü bir diktatörlük kuracaklardı. Bu konuda büyük gizlilik içinde bir plan hazırlanıyordu.30
30 Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 300.
1924 senesinin ortası. Mevlanzâde Rıfat, Yunanistan’ın Pire şehrini ziyaret etmiş bir arkadaşından rivayetle Halide Edib’in (Adıvar) şöyle dediğini nakleder: Beyefendi!… Kahraman Türk’ün kanı malı pahasına elde edilen zafer bir askerî diktatörün keyif ve arzusuna, tahakküm ve istibdadına dayanak oldu. Bu diktatör memleketi beş on arkadaşı ile beraber tehlikeli bir uçuruma doğru götürüyorlar. Türkiye’nin dâhilî durumundan haberdar mısınız? Türkiye zafer neşvesiyle şımaran mest-i mûdam (devamlı sarhoş) bir müstebit kumandanın şaklattığı kırbaç altında inleyerek tehlikelerle dolu olan istikbaline doğru koşuyor. Memleketin aydın geçinen bazı gençleri üç buçuk kuruşluk menfaat karşılığında susuyor. Yalnız susmakla da yetinmiyor. Mürailik, dalkavukluk yapıyor. Bu gidiş memleketi muhakkak uçuruma sürükleyecek. Kaçınılması kabil olmayan tehlikeli bir vaziyetin husulünden evvel Türk vatanperverlerine düşen vazife bu diktatör askerin istibdadına nihayet vermek olmalıdır.31
31 Mevlanzade Rıfat. (2017). Türkiye İnkılabının İç Yüzü (K. Kahraman, haz.) içinde (s. 189-190). İstanbul: Kaknüs Yayınları.
Temmuz 1924. Refet (Bele) Paşa: Bittabi düşmana karşı savaşta Mustafa Kemal Paşa’nın arkasında olduk. Velakin yeni kurulan bu siyasi diktatörlükte kendisine ve etrafındaki gangster grubuna bu desteğin artık verilmeyeceğini bildirmemiz lazım gelir! Ülkeyi Mustafa Kemal değil, meclisin yönetmesi gerek.32
32 Yaşar Gürsoy. (2012). Atatürk ve Berberi içinde (s. 13). İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
1926. Mustafa Kemal, gazetecisi Falih Rıfkı’ya (Atay) şöyle dedi: Biz Selanik’te tahmin edeceğiniz tarihlerde -zâhiri (görünüşte) manası ne olduğunu bilmem- fakat fedakârane komitacılık yapıyorduk.33
33 Sadi Borak & Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri-Tamim ve Telgrafları V, 1972, s. 113; Aktaran: Şerafettin Turan. (2017). Mustafa Kemal Atatürk: Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik (3. basım) içinde (s. 41). Ankara: Bilgi Yayınevi. Turan, ilave ediyor: “Mustafa Kemal’in çocukluğunda tanığı olduğu ya da oyun diye katıldığı komitacılık ve çetecilik Harp Okulu’ndaki öğrenimi sırasında gerillacılık adıyla bir savaş sistemi olarak belleğine yerleşecekti.”
Alkol tüketimine bağlı olarak Ali (Çetinkaya) Bey, gazeteci Falih Rıfkı’ya itale-i lisanda bulunmuş, kademeyi artırmıştır. Başvayer Rüsuhi’nin de eli cebinde vaziyet alması üzerine reisicumhurun softasında gerilim had safhaya çıkmıştır: Atatürk, Rüsuhi Beyin beceriksiz bir tarzda kendisini güya müdafaa eder görünmesinden hiç hoşlanmadı ve kızdı. Ali Beye hitaben bana bak Ali Bey benim yaverim senin anlattığın adam değildir. Senin maksadını anlıyorum. Fakat ben senden daha komiteciyim” diyerek Ali Beyi kolundan tuttu ve sofradan kaldırarak boş odalardan birine götürmek istedi. Ben araya girdim.34
34 Salih Bozok & Cemil S. Bozok. (1985). Hep Atatürk’ün Yanında içinde (s. 226-227). İstanbul: Çağdaş Yayınları. Ali Çetinkaya, İstiklâl Mahkemeleri reisi Kel Ali’den başkası değildi.
19 Kasım 1928. Britanya “Imperial Defence Policy” (İmparatorluk Müdafaa Siyaseti) isimli mahrem muhtıra: Geçen yıl içerisinde Mustafa Kemal diktatör olarak konumunu daha da sağlamlaştırmış ve Türkiye’nin modernleştirilmesi sürecine devam etmiştir.35
35 The National Archives, CAB, 24/98; Aktaran: Ebru Boyar. (2014). Türk-İngiliz İlişkilerinde Prestij Faktörü (1923-1938). Belleten, 78(283), s. 1171.
Bir süre sonra, bir Türk diktatör, halkına Avrupalılar gibi giyinme zorunluluğu getirdi; öyle giyinmeyenlerin cezası ölümdü ve bu da Asteroit B 612’nin tanınmasına yaradı.36
36 Antoine de Saint-Exupéry. (2005). Küçük Prens (A. Erkay, çev.) içinde (s. 22). Ankara: Lotus Yayınevi.
Temmuz 1930. Reisicumhur Gazi M. Kemal, Yalova Köşkü’nde misafir ettiği Paris Büyükelçisi Ali Fethi (Okyar) Bey’e, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasını dikte ederken şu cümleleri sarf etmiştir: Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır. Vakıa bir meclis vardır, fakat dahil ve hariçte bize dictateur nazariyle bakıyorlar. Geçen sene Ankara’yı ziyaret eden Alman muharrirlerinden Emil Ludwig bana şekli idaremiz hakkında tuhaf sualler sormuş ve diktatörlüğümüze kanaat ederek geri dönmüş ve bu kanaatini de yazmıştır. Halbuki ben cumhuriyeti şahsi menfaatim için yapmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese bir istibdat müessesesidir. Ben ise, millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o surette geçmek istemiyorum. (..) Ben cumhuriyeti tesis ettim; fakat bugün şekli idare cumhuriyet midir, diktatörlük müdür, şahsi hükümet midir, belli değildir. Ben fani bir insanım, ölmeden evvel isterim ki, millet hürriyete alışsın. Bunun için bir muhalif fırka tesis ediyorum.37
37 Osman Okyar & Mehmet Seyitdanlıoğlu. (2006). Atatürk, Okyar ve Çok Partili Türkiye içinde (s. 103-104, 122). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
2 Haziran 1931. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki New York Masonic Simple Club Syracuse mason locasının 32 dereceli mensubu John A. Lleering’den Reisicumhur Gazi M. Kemal’e mektub:
Diktatör Kemal paşa
İstanbul
Muhterem diktatör paşa,
Masonlukta 32 inci dereceyi ihrazıma dair verilen sertifika üzerinde beş Amerika Cumhur reisi ve karıları, Edison “Al” Smith Ceneral Pershing, Lloyd George, Yoffres, Petain, Ollando, Grandi ve Kaiser gibi Amerika ve avrupanın bir çok meşhur şahsiyetlerinin imzaları bulunmaktadır. Sizin ortografinizin de bulunması bana büyük bir şeref verecektir.38
38 Kemal Özcan. (2018). Atatürk Döneminde Masonluk ve Masonlarla İlişkilere Dair Bazı Arşiv Belgeleri. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 7(2), s. 1287.

Ocak 1933. Fransız Le Miroir du Monde mecmuası yazarı Roland Michel, Hür bir diktatör Mustafa Kemal başlıklı makale neşretti: -Türkiye Cumhuriyeti: Bir sultan kovuldu, iki yüz milyon müslümana manen hâkim olan bir halife nefyedildi. Garp medeniyeti akıntısı binlerce senelik an’aneleri istilâ etti.“39
39 Cumhuriyet, 27 Kânunusani 1933, s. 5.

1 Nisan 1933. Siirt mebusu Mahmut (Soydan), “Ankaralının Defteri” nam tefrika hatıratını imtiyaz sahibi olduğu Milliyet gazetesinde “Millici” mahlasıyla neşretti: (..) Avrupada olsun, bizim memlekette herkes diyordu ki: “Mustafa Kemal Paşanın bu meclisi Ankarada toplamaktan maksadı, kendi hâkimiyetini, kendi saltanatını kurmaktır. Meclisin hiç bir salâhiyeti olmıyacak, onun kuklası olacaktır!” Mustafa Kemalin muhtemel istibdadından korkanlar, şimdi Büyük Millet meclisinin bazan siyasete, ilme, tekniğe uymayan ve yalnız Şeriati Ahmediyeyi tatmin eden şu ileri salâhiyetinden ürkerek: -Bari, münevver bir istibdadın esiri olsaydık! Diyorlar.40
40 Milliyet, 1 Nisan 1933, s. 8.

Kemalist tarih yazımının kurucu isimlerinden Enver Behnan Şapolyo: -Paşa Hazretleri bir İtalyan muharriri olan Kont Sfartza bir eserinde size diktatör diye yazmış, gençlik buna ne cevap versin? Hiç düşünmeden: -Ben bir diktatörüm! dedi. Hep şaştık… Sonra devam etti: Fakat benim hayatımı tetkik edenler görürler ki, ben Mısır firavunları gibi şahsıma mezar yaptırmak için, kırbaçlar altında insanları sürmedim. Ben memlekette tatbik etmek istediğim her hangi bir fikri evvelâ kongreler toplıyarak, onlarla müşavere ederek bu fikirleri onlardan aldığım salahiyete dayanarak tatbik ettim. İşte Erzurum, Sivas Kongreleri. İşte Büyük Millet Meclisi bunun en canlı ifadeleridir.41
41 Enver Behnan Şapolyo. (1958). Kemâl Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi (3. baskı) içinde (s. 304). İstanbul: Rafet Zaimler Yayınevi.
10 Kasım 1938. Almanya’da intişar eden Neue Zürcher Zeitung gazetesi: Atatürk bir diktatördü. (..) Siyasi karşıtlarını -ki sayıları oldukça fazlaydı- ağırbaşlılıkla karşılardı, ancak hadlerini aştıklarında veya isyancı kimliğine büründüklerinde onları acımasızca yok ederdi.42
42 Nuri Çolakoğlu. (2008). (Haz.). Dünya Basınında Atatürk: Kasım 1938 (3. baskı) içinde (s. 228). İstanbul: Doğan Kitap.
Yunanistan’da intişar eden Vradini gazetesi: Daha sonra başka ülkelerin de izleyip geliştirdiği totaliter devlet görüşünü ilk kez algılayanın, bu büyük Türk’ün parlak dehası olduğunu da vurgulamak gerekir. Kemal Atatürk, Yeni Türkiye’nin kurucusudur ve öyle kalacaktır.43
43 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 305.
11 Kasım 1938. İngiltere’de intişar eden Daily Express gazetesi: Mustafa başarıyla tekrar İstanbul’a girdi. O yılın Kasım ayında, Meclisten Padişahı azleden bir karar çıkarttı. Kararı silah zoruyla geçirdi. Arkasından kendisini yeni Türkiye Cumhuriyetinin cumhurbaşkanı ilan etti.44
44 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 74.
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) intişar eden NY Herald Tribune gazetesi: Bir aydır hasta olan asker-cumhurbaşkanı (..) Çağdaş Türkiye’yi inşa eden ve demir bir yumrukla yöneten Kemal Atatürk (..) 58 yaşında hayata veda etti.45
45 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 109.
NY Harold Tribune: Kemal (..) Asker dostlarının da yardımıyla Hitler, Mussolini ya da Stalin’in diktatörlüğüne eş değerde tek partili bir cumhuriyet rejimi kurdu.46
46 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 112.
ABD’de intişar eden The New York Times gazetesi: Konuşmak yerine icraatı tercih eden bu diktatör, yönettiği ülkeyi yaratan adamın ta kendisiyi. (..) Diktatörün ardından ne olacak? Atatürk iktidarda aynı dönem otokratlara kıyasla daha uzun süre kaldı. Bu işi daha sessizce ve daha büyük halk desteğiyle gerçekleştirdi. Yarattığı devlete içerik olarak olmasa bile şekil olarak cumhuriyet yönetimini getirdi.47
47 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 105. “kendisiyi” ifadesi bir baskı hatası olsa gerektir: “kendisiydi”.
Fransa’da intişar eden Le Figaro gazetesinde yayınlanmış “Cumhurbaşkanı Atatürk Öldü” başlıklı makale: Atatürk (..) Hitler ya da Mussolini gibi iktidara gelen bir halk adamı kimliğinde değildi; diğerleri ile aynı ölçüde totaliter bir devlet yapısı içerisindeki ülkesinde de diktatör kelimesi özenle yasaklanmıştı.48
48 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 197.
Fransa’da intişar eden L’Action Française gazetesi: Bir çırpıda dört isteğini Türk ulusuna dikte etti. Ulusu başındaki eski festen kurtardı; kadınları peçesiz sokağa çıkmaya zorladı; hilafeti kaldırdı; İsviçre Medeni Kanununu, İtalyan Ceza Kanununu, Avusturya Ticaret Kanununu yürürlüğe koydu; Türk alfabesini ortadan kaldırdı. medeni hal kavramını oluşturup, herkese bir soyadı verdi. Binlerce yıllık bir geçmişi bomboş bir sayfaya çevirmek için bu olağanüstü adama birkaç yıl yetecekti.49
49 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 205.
Norveç’te intişar eden Tidens Tegn gazetesi: Yeni Türkiye bir cumhuriyet olarak kurulduktan sonra, kendisi, diktatörce yetkilerle cumhurbaşkanlığına getirilmiştir.50
50 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 263.
İspanya’da intişar eden ABC gazetesi: Ankara başkent ilan edildi ve Mustafa Kemal Paşa 29 Ekim 1923 tarihinde bir diktatörün sahip olabileceği bütün yetkilere sahip olarak cumhurbaşkanı seçildi.51
51 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 278.
12 Kasım 1938. Almanya’da intişar eden Volkischer Beobachter gazetesi: Yeni Türkiye tamamen diktaya dayalı bir devlet olmuştu. Hükümeti oluşturma hakkına sahip tek parti olan Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinden zaman zaman muhalif gruplar çıksa da bu ayrılıkçılar derhal tasfiye edildi.52
52 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 154.
Japonya’da neşredilen The Japan Times gazetesi: Kendi ulusu tarafından bir kahraman olarak görülen Mustafa Kemal, dünyanın geri kalanı için ise halkını, idam cezasını da kullanarak modern bir ulusa dönüştüren güçlü bir reformcuydu. Görünürde Millet Meclisi tarafından dörder yıllık dönemler için peş peşe ancak usulüne uygun şekilde seçilen bir yöneticiydi. Gerçekte ise İtalya’nın Benito Mussolini’si ya da Almanya’nın Adolf Hitler’i gibi bütün yetkileri kendinde toplamış bir diktatördü.53
53 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 505.
İtalya’da intişar eden Corriera della Sera gazetesinin makalesi: Mustafa Kemal, Türkiye’ye, örnek olacak demokratik bir hükümet modeli getirmiştir. (..) Gerçeği söylemek gerekirse, bu sistem hiçbir zaman tam olarak işlememiştir. Hatta Kemal Atatürk tarafından kurulan kişisel diktatörlük, özel bir nitelik kazanmıştır. (..) Türkiye diktatörlüğü her zaman askeri bir diktatörlük olmuştur. Şu anda ordunun dikkate alınmaması durumunda, mevcut durum için nasıl bir çözüm geliştirileceği bilinmemektedir. (..) Atatürk tarafından tesis edilen bu diktatörlüğün esası, hiç şüphesiz bu insanın sahip olduğu büyük saygınlığa, olağanüstü emir komuta kapasitesine ve çok sert iradesine dayanmaktadır. Ancak bu diktatörlüğün askeri özelliğinin zaman için, yumuşamak şöyle dursun, bazı durumlar nedeniyle daha da katılaştığı görülmüştür.54
54 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 214-215, 219. Mustafa Kemal’in Menemen vak’ası karşısındaki tepkisi, İtalyan gazetesinin dikkat çektiği “askerî” özelliğe ilişkin temsil niteliği güçlü bir misaldir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın özel kalem müdürü Selânikli Nejat Saner: “İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Fahrettin Altay Paşa; Menemen’e gittikleri zaman, kolordu komutanının duruma el koyduğunu, suçluları yakalattığını ve bir de divân-ı harb kurduğunu görüyor. Yapılan soruşturma neticesinde de olayda birkaç meczubun rol oynadığı, halkın karışmadığı fakat olaya seyirci kalarak bir tepki de göstermediği anlaşılıyor. Muğlalı Mustafa Paşa divân-ı harbı bu olayda 37 kişinin idamına karar vermiş ve hükümler de infaz edilmiştir. İçişleri Bakanı olayı bütün ayrıntılarıyla gece Çankaya’da Atatürk’e haber veriyor. Atatürk kendisine: Menemeni yakınız! diye bir karşılık veriyor. Şükrü Kaya tekrar, olayın basit ve mevzii olduğunda ısrar ediyor. Atatürk cevabında kesin ve kararlıdır. Yine: İrticaın baş gösterdiği Menemen’i yakınız! emrini tekrarlıyor.” Nazmi Kal. (1976). Atatürk’ten Anılar (12. bölüm) içinde (dk. 07:30). TRT, YouTube adresinden edinilmiştir. “Kullandığı terimleri Fransızca’dan ödünç alarak, Menemen’in ville maudite (lanetli kent) ilan edilmesini, tümüyle yakılıp yıkılmasını ve halkın başka yerlere göçe zorunlu bırakılmasını istedi. Dinci bağnaz kadınlara bile merhamet edilmeyecekti, idamların infazı geciktirilmeyecekti.” Andrew Mango. (2000). Atatürk (F. Doruker, çev.) içinde (s. 459). İstanbul: Sabah Kitapları. Menemen davasında 27 kişiyi idam eden cellat Manastırlı Ali, 9 Eylül 1922’den Şubat 1931’e değin, yaklaşık 2000 kişiyi astığını belirtmiştir (Son Posta, 3 Mart 1931, s. 1, 6).
13 Kasım 1938. ABD’de intişar eden The Washington Post gazetesi, “Hedley Donovan” imzalı makale yayınladı: Kemal (..) Geleneksel fesin yerine Batılı şapkayı getirmesi tepki görünce, askerlere kurallara uymayan tüm vatandaşların kafasından feslerini çıkararak kurallara uymalarının sağlanmasını emretti. (..) Kemal, yalçın vücudundaki tüm gücü yaşam savaşında harcadıktan sonra, geçtiğimiz hafta karaciğer sirozundan öldü. Ölümü günümüzün en tartışılan sorularından birinin cevabını ortaya koyacak: bir diktatör öldüğünde diktatörlükle yönetilen ülkesine ne olur?55
55 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 128-129.
İsviçre’de intişar eden Journal de Geneve gazetesi: Büyük Meclisini dolduran milletvekillerinin üyesi oldukları “Halk Fırkası,” askerlerin öncelikli bir konuma sahip oldukları on iki kişi tarafından yönetilmektedir. Amansız bir hastalığa yakalanan Atatürk’ten sonrasını da bu şahıslar düzenlemişler ve İsmet İnönü’nün, iktidardan uzaklaştırılmasının millete açıklanması mümkün olamayacak kadar itibarlı bir şahıs olduğu görüşüne varmışlardır.56
56 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 237.
19 Kasım 1938. Fransa’da intişar eden Le Monde Illustree gazetesi: Gazi (muzaffer) Kemal ilk Avrupalı diktatördü. Mussolini ve Hitler’in takip edecekleri ve daha nicelerinin yeltenecekleri yolu çizen oydu.57
57 Nuri Çolakoğlu, Dünya Basınında Atatürk, 2008, s. 209.
Deliller ve Hüküm
Atatürk’ün diktatör olduğu şüphe götürmez. 1928 yılından sonra kendisini gündelik siyasetten giderek daha fazla soyutlayıp bunun yerine büyük “modernizasyon seferberliği”ne yoğunlaştı, fakat kimi zaman başbakana bilgi dahi vermeden ihtiyarî olarak bakanları ve milletvekillerini atayıp görevden alarak denetimi elinde tutmaya devam etti. 1926 yılından itibaren Türkiye’de ilk Atatürk heykellerinin görünmeye başlamasıyla etrafında bir kişilik kültü oluşturulmaya başlandı ve bu aşırı boyutlara ulaştı.58
58 Touraj Atabaki & Erik J. Zürcher. (2012). (Der.). Türkiye ve İran’da Otoriter Modernleşme içinde (s. 10). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Mustafa Kemal, bir çırpıda fes giyilmesini yasak etti. Böylece hem laisizmi pekiştirmek hem de dinsel işlemlerden bazısını önlemek amacını güttü. Kenarlı başlığı, şapkayı zorunlu kıldı. Müminler bere giyerek kaytarmaya çalıştılar. Diktatör onu da yasak etti.59
59 Georges Duhamel. (1998). Yeni Türkiye: Bir Batı Devleti (C. Yücel, çev) içinde (s. 38-39). İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi.
Ahmet Kuyaş: “Enverland” oldu mu “hayır” da “Mustafaland” olduğu zaman niye “evet” oluyor? (..) Unutmayın bu bir diktatörlük. Ama, devrimci bir diktatörlük, jakoben bir diktatörlük; faşist bir diktatörlük değil.60
60 Habertürk, Teke Tek Bilim, 30 Ağustos 2021, dk. 45:20.
Mete Tunçay: Mustafa Kemal’e “Meclis namına yetki kullanma hakkı” tanınmıştı. Yani “diktatörlük hakları” tanınmıştı. Böylece M. Kemal’in ağzından çıkan her emir kanun kuvvetindeydi ve Meclis namına yetki kullanma hakkı, üçer aylık sürelerle uzatılıyordu. M. Kemal, 1922’de “artık lüzum yok” dedi. Sadece, “Başkomutanlık, sonsuz olarak M. Kemal’de kalsın” diye bir karar verildi. Bunu söylerken, Kanun-i Esasi gereğince, başkumandanın padişah olduğunu da akılda tutmak lazım. Neşe Düzel: Padişahın yetkisi, M. Kemal’e mi geçti bu durumda? Mete Tunçay: M. Kemal’e geçti. Zaten cumhurbaşkanı olunca, Atatürk’ün sivil olduğunu düşünmek yanlış. Cumhuriyet’in cumhurbaşkanı mareşaldi ve askerdi. Unutmayın ki, İsmet Paşa da başbakanken orgeneralliğe terfi etti. Atatürk ancak 1927 Haziran’ında askerlikten emekli oldu ve emekli maaşı aldı. İnönü de öyle…61
61 Neşe Düzel. (2006). Korkusuz Tarih (3. baskı) içinde Rumeliliğe Karşı Anadoluculuk Muhalefeti Çıktı (s. 50). İstanbul: Alkım Yayınevi.
CHP’nin 1923-45 dönemindeki tek-parti yönetiminin bir diktatörlük olduğuna kuşku yoktur.62
62 Mete Tunçay. (1981). Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931) içinde (s. 24). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Mustafa Kemal, inkılâbcılığını dikkat çekici bir biçimde seçim sistemine tatbik etmemiş, bu çerçevede gerici meşrutiyetî monarşi düzenini kendi lehine muhafaza etmiştir. Cemil Koçak veciz bir şekilde meseleyi şöyle hulâsa eder: Cumhuriyet, bazılarının iddiasına göre, Osmanlı’nın “kulluk sistemi”ne son verdikten sonra, “kulluk sistemi”nin öngördüğü seçim yasasını ve sistemini sürdürdü. (..) Gelelim Osmanlı’nın, pardon Cumhuriyet’in seçim yasasına: Seçmen olabilmek için (meselâ 1923 seçimlerinde) “Türkiye Devleti Halkı”ndan olmak lazımdı. Artık her ne demekse? Buna göre, seçimler, bugünkünün aksine, iki dereceliydi. Sakın yanlış anlamayınız lütfen; iki turlu değil. Önce erkekler (on yıl kadar sonra kadınlar da) birinci seçmen olarak, milletvekillerini seçecek olan ikinci seçmenler için oy kullanırlar ve yetkilerini bu ikinci seçmenlere delege ederlerdi. İkinci seçmenler sayıca azdılar. İkinci seçmen listesi ise, CHP tarafından saptanır ve ilân edilirdi. Bütün ikinci seçmenler CHP’li idiler. Sonra bu ikinci seçmenler, milletvekillerini seçmek üzere sandık başına giderlerdi. Sandık başına gittiklerinde önlerinde buldukları milletvekili aday listesi, CHP tarafından saptanıp ilân edilmişti. Tabiî tek bir liste vardı. Zâten aday listeleri oluşturulurken seçim bölgelerinin çoğunda seçilecek milletvekili sayısı kadar aday gösterilmişti ve adayların tümünün de seçilmesi bu şekilde sağlanmıştı. bâzı adaylar, aday olduklarını bile bilmiyorlardı, aday olduklarını gazetelerden okuyarak ya da radyodan duyarak öğrenen adaylar da vardı! Ama listenin içinde bâzen çok az sayıda yanında bağımsız yazan adaylar da olurdu. Bu bağımsız adaylar da yine CHP’nin onayından geçerlerdi. Bir de hakikî bağımsız adaylar vardı. Ama bunların seçildikleri hiç görülmemişti. Zâten bir elin parmağını geçmeyecek sayıda olurlardı ve kendilerine biraz da eksantrik kişiler gözü ile bakılırdı. Bunlar pek çok kişinin gözünde medenî ve siyâsî cesâret sâhibi kişilerdi. İkinci seçmenler parti listesinden seçildikleri için yine partinin milletvekili aday listesine oy vermek zorundaydılar, aksi hâlde parti disiplini açısından partiden atılabilirlerdi. Altı ok bayrağı ile de süslenmiş olan seçim sandıkları açıldığında, oylar, herkesin gözü önünde açık kullanılmış olmasına karşılık, memurlardan oluşan komisyonlarca gizli sayılırdı. Sonra sonuçlar açıklanırdı. Listenin tek bir oy alması hâlinde dahi kazanacağı için, sonuçlar sürpriz yaratmazdı. Milletvekili aday listesine girmek, seçilmeyi zâten garantiliyordu. Pek çok aday, seçim bölgesini hayâtı boyunca hiç görmemiş olabilirdi. Kimin milletvekili olacağına, Cumhurbaşkanı, parti başkanı olarak karar veriyordu. Yardımcıları da Başbakan ve aynı zamanda genel parti başkan vekili ile partinin genel sekreteri idi. Ama son karar partinin değişmez genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı’nındı. CHP’nin 1927 târihli tüzüğü bunu öngörüyordu. Tek-parti döneminin seçim sistemi böyleydi. Bu, hâkimiyeti milliyeyi en iyi yansıtan sistem olarak görülüyordu. Gerçi 1927 genel seçimine birinci seçmenlerin katılımı % 25’i bile bulmamıştı ama bu sorun edilmiyordu. CHP tüzüğüne göre, bu sistem “demokrasi”yi daha iyi yansıtıyordu. CHP’nin kabûl edilen ilk programına göre, tek dereceli seçim yapmak ilke olarak benimsenmişti. Fakat seçmenler Meclis’e seçecekleri adayları yakından tanıyabilecekleri siyâsal, sosyal, kültürel niteliklere sahip oluncaya kadar, seçmenlerin yakından tanıdığı ve güvendiği ikinci seçmenleri seçmelerinin demokrasiye daha uygun olacağına karar verilmişti. Vatandaşlar gereken eğitimden geçip de arzu edilen yüksek standartlara sahip oluncaya kadar CHP, Osmanlı döneminden kalan iki dereceli seçim sistemine devam etmeyi tercih etmişti.63
63 Cemil Koçak. (2013). Geçmişiniz İtinayla Temizlenir (7. baskı) içinde (s. 99-102). İstanbul: İletişim Yayınları.
Gazi M. Kemal’e ve değişmez genel başkanı olduğu Halk Fırkası’na hakikaten muhalif olarak ihdas edilen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF), Kasım 1924’te beyan ettiği fırka programının 8’nci maddesiyle seçim sistemini değiştirmeyi vaad ediyordu. Zürcher’e göre 8. madde yürürlükteki iki dereceli seçimlerin yerine, doğrudan seçim sistemini talep ediyordu. Bu talep, daha sonra C.H.F. tarafından da benimsenecekti. Az sayıdaki ikinci seçmenin tehdidler ve ödüller yoluyle etkilenmesinin büyük bir seçmen kitlesine oranla çok daha kolay olduğu mevcut sistem, açıkça hükümet partisinin işine yaradığından, T.C.F. açısından bu talebin kısmen oportünist bir güdüyle dile getirilmiş olabileceği söylenebilir. Ama bunun aynı zamanda, kuşkusuz, T.C.F.’nin liberal ve demokratik ilkelerinin akılcı bir sonucu olduğu da kuşku götürmez.64
64 Erik Jan. Zürcher. (1992). Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (G. Çağalı-Güven, çev.) içinde (s. 132). İstanbul: Bağlam Yayınları.
Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi Haldun Derin: Gece nöbetine kalan kâtipler şifre anahtarlarını devralıyorlar. Bir de İçişleri Bakanlığı’nca “müstemirren takip” edilmiş (sürekli izlenmiş) olan bir düzineye yakın kimsenin bir dosyası var ki, hep el altında tutulurmuş. İçinde Kâzım Karabekir, Ali Fuat, Cafer Tayyar Paşa’larla benzerlerinin ne yaptıklarını, nerelere gittiklerini anlatan, her gün gelmiş raporlar duruyor.65
65 Haldun Derin. (1995). Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (C. Koçak, haz.) içinde (s. 41). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Yukarıda adı zikredilen paşalar, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında yer almışlardır. Sadece takip edilmekle iktifa edilmiyor, doğru tarih yazımı için mühim olan evraklar ele geçirilip yakılarak yok ediliyor; hatta tek parti terörü nedeniyle evrak sahipleri bizzat kendi elleriyle arşivlerini imha ediyordu: Kâzım Karabekir. (2005). Paşaların Kavgası (F. Özerengin, haz.) (6. baskı) içinde (s. 256, dipnot 34). İstanbul: Emre Yayınları. Hurşit Çalıka. (1992). (Haz.). Ahmet Rifat Çalıka’nın Anıları: Kurtuluş Savaşında Adalet Bakanı içinde (s. 109). İstanbul: Yayınevi bilgisi yok.
Kemal Atatürk: Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen sıvanırlar, İsviçre’den mi olur, İtalya’dan mı olur, Fransa’dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçeye çevirtirler, sonra basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi’ne… (..) Bunlar da “hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlamama gerek yok” derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir kanun! Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa’nın öküzünü çeker, satar…66
66 Yaşar Gürsoy. (2020). Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker (2. basım) içinde (s. 223). İstanbul: Sia Kitap.
Falih Rıfkı Atay: Atatürk bir diktacı mı, bir hürriyetçi mi idi? Bir akşam üstü birlikte Sarayburnu parkına gitmiştik. Bir aralık: “-Kimde bir küçük defter var?” dedi. Sanırım garsonlardan biri kendine bir küçük cep defteri uzattı. Bir şeyler yazdığını görüyorduk. Biraz geçtikten sonra: “-Bunları sana okutacağım. Gözden geçir!” diye karaladığı sayfaları bana verdi. Baktım, yazı benim Ankara’daki komisyondan getirdiğim yeni lâtin alfabesi ile! Binlerce kişiye Atatürk’ün Türk yazısını temelden değiştiren sözlerini okudum. Coşkunca bir alkıştır, koptu. İki gün sonra da Anadolu yolculuğuna çıkarak halka yeni yazı öğretmenliği etti. Bu tepeden inme bir olup bitti idi. Büyük Millet Meclisi’nin haberi bile yoktu. Metodun diktatörce olduğuna şüphe edilemez. 67
67 Falih Rıfkı Atay. (1980). Babanız Atatürk içinde (s. 23). İstanbul: Bateş Yayınları.
Yıllardan sonra Meclis daha derli toplu bir hal almıştı. Ankara’yı gezmeye gelen bir Amerikalı senatör, Meclisi çalışır halde göremediği için üzüntüsünü bildirince Mustafa Kemal, yanındaki rehbere döndü ve “Bizim hayvanat bahçesini niye göstermediniz?” dedi.68
68 Lord Kinross. (1994). Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu (N. Sander, çev.) içinde (s. 281). İstanbul: Altın Kitaplar.
Mustafa Kemal’in söz konusu yaklaşımı, İskoç muharrire Catherine Gavin’in romanında da zikredilmektedir: Kemal güldü. “Bizim hayvanat bahçesi hakkındaki düşüncelerini bana anlatmadın.” “Büyük Millet Meclisi?” “Başka ne?”69
69 Catherine Gavin. (1970). The House of War içinde (s. 148). USA, New York: William Morrow And Company.
Nitekim tek parti tahakkümündeki mecliste, reylerin %99.95’i, parti-devlet emirleri doğrultusunda neticeleniyordu: ..bütün tek parti dönemi boyunca tamamen parti merkezinin talepleri doğrultusunda hareket eden, hiçbir zaman kişisel inisiyatif kullanmayan ve mecliste eleştirel bir şeyi -bırakın söylemeyi- ima bile etmeyen bir milletvekili profili ortaya çıkmıştır. Gerçekten de Meral Demirel’in yaptığı hesaplamalara göre, 1927-1946 arasında TBMM’de milletvekillerinin isim belirleme suretiyle kullandıkları toplam 518.507 oyun yüzde 99,95’ini oluşturan 518.216 oy -partinin istekleri doğrultusunda- kabul oyu olmuştur! Bu yirmi yıl boyunca TBMM’de kullanılan ret oyu sayısı sadece 258’de, çekimser oy sayısıysa sadece 33’te kalmıştır. Bu sayılar göz önünde tutulursa, Türkiye’deki tek parti meclislerinin yapısı ve işleyişini tanımlamak için yeni bir terim aramaya gerek yoktur. Mete Tunçay’ın bu sistem için kullandığı “oybirlikli demokrasi” terimi sistemi yalın bir biçimde tanımlamaktadır.70
70 Ahmet Demirel. (2014). Tek Partinin İktidarı: Türkiye’de Seçimler ve Siyaset (1923-1946) (2. baskı) içinde (s. 24). İstanbul: İletişim Yayınları. Örneğin Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadının verilmesi emrivâkisi de parti-devlet buyruğunca CHP’liler tarafından kabul edilip yürürlüğe konan %99.95’lik kanun teklifi kapsamdadır.
Bir Örnek Olay: Şapka İktisası ve İstiklâl Mahkemeleri
28 Kasım 1925. 671 sayılı “Şapka İktisâsı Hakkında Kânun” yürürlüğe kondu ve bu itibarla halkın tamamı Avrupaî şapka giymeye icbar edildi: Birinci Madde – Türkiye Büyük Millet Meclisi ‘âzâları ile idâre-i ‘umûmiye ve husûsiye ve mahalliyeye ve bilumum müessesâta mensub me’murîn ve müstahdimîn, Türk milletinin iktisâ etmiş olduğu şapkayı giymek mecbûriyetindedir. Türkiye halkının da umûmî serpuşu şapka olub buna münafî bir itiyadın devamını hükümet men eder (Resmî Cerîde, 28 Teşrîn-i sânî 1925, Numero 230, s. 291).

Mustafa Kemal: Takriri Sükûn Kanununu ve İstiklâl Mahkemelerini, vasıtai istibdat olarak kullanacağımız fikrini ortaya atanlar ve bu fikri telkine çalışanlar oldu. (..) Efendiler, milletimizin başında, cehil, gaflet ve taassubun ve terakki ve temeddün düşmanlığının, alâmeti farikası gibi telâkki olunan fesi atarak onun yerine bütün medenî âlemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek ve bu suretle, Türk milletinin, medenî heyatı içtimaiyeden, zihniyet itibarile de, hiçbir farkı olmadığını göstermek bir lâzime idi. Bunu, Takriri Sükûn Kanunu, cari olduğu zamanda yaptık. Bu kanun cari olmasaydı, yine yapacaktık. Fakat, bunda, kanunun mer’iyeti de, sühuletbahş oldu denirse, bu, çok doğrudur. Filhakika, Takriri Sükûn Kanununun mer’iyeti, bazı mürtecilerin, milleti vâsi mikyasta tesmim etmesine meydan bırakmamıştır. Gerçi, bir Bursa meb’usu, bütün hayatı teşriiyesinde, hiçbir vakit kürsüye çıkmamış ve hiçbir vakit Mecliste, millet ve cumhuriyet menfaatlerini müdafaa için, bir tek kelime dahi telâffuz etmemiş olan Bursa Meb’usu, Nurettin Paşa, yalnız şapka iktisası aleyhinde, uzun bir takrir vermiş ve bunu müdafaa için kürsüye çıkmıştır. Şapka iktisasının “hukuku esasiye ve hakimiyeti milliye ve masuniyeti şahsiye hilâfında muamele” olduğunu iddia etmiş ve bunun “halka ademi tatbikının temin ve teyit” olunmasına çalışmıştır. Fakat, Nurettin Paşanın, Millet kürsüsünden galeyana getirmeğe muvaffak olduğu taassup ve irtica hisleri, nihayet birkaç yerde, yalnız birkaç mürteciin, İstiklâl Mahkemelerinde, hesap vermelerile söndü.71
71 Gazi Mustafa Kemal. (1934). Nutuk (Cilt 2) içinde (s. 334-335). İstanbul: Devlet Matbaası.
Türk Tarih Kurumu eski başkanı Enver Ziya Karal: Atatürk diyor ki “Eğer onlar hakkında yani devrimlere karşı koyanlar hakkında ne düşündüğümü bilmek isterseniz, derim ki ben şahsen onların düşmanıyım, onların ileri atacakları her adım yalnız benim şahsıma karşı değil, milletimizin kaderine karşı bir saldırıdır. Böyle bir saldırı yapanların karşısında meclis bulunmazsa, kanunlar bulunmazsa bütün arkadaşlarım beni terk etse ben yalnız kalsam yine onlara karşı yürürüm, yine öldürürüm.”72
72 Hıfzı Topuz. (2015). Bana Atatürk’ü Anlattılar (10. basım) içinde (s. 124). İstanbul: Remzi Kitabevi. “Atatürk’ün Türkiye’si 1923 sonrası dönemde demokratik bir devlete dönüşmemişti. Kapsamlı bir yeniden inşa ve modernleşme programı başlatmıştı, ama devlet sistemi olsa olsa tek partili otokratik bir demokrasiydi; daha çok düpedüz bir diktatörlük hissedildi. Muhalefetin hızla ve acımasızca hakkından gelindi.” Stefan Ihrig. (2015). Naziler ve Atatürk (A. F. Yıldırım, çev.) (2. baskı) içinde (s. 152). İstanbul: Alfa Kitap.
Askerden kaçma ve benzer suçlarla mücadele için Rus modeli örnek alınarak olağanüstü yetkilerle donatılmış “İstiklal Mahkemeleri” kurulmuştur.73
73 Ali Satan. (2010). (Der.). İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye 1920 (B. Özsöz & S. Demirci, çev.) (2. baskı) içinde (s. 65). İstanbul: Tarihçi Kitabevi. “Dr. Tevfik Rüştü Bey, çetelerin yarattığı tehlike ve kaçaklar konusunda çare olmak üzere M. Kemal’e İhtilâl Mahkemeleri kurulmasını teklif etti. M. Kemal, Meclis’te bu yolda deneme yapması için onu serbest bıraktı. Nitekim ilk kanun teklifi İhtilâl Mahkemeleri adiyle yapıldı. Refik Şevki Bey’in de Tevfik Rüştü Bey’e katılmasıyle, kurulacak mahkemelerin adı İstiklâl Mahkemeleri olarak saptandı.” Ergun Aybars. (1995). İstiklâl Mahkemeleri Cilt I-II 1920-1927 içinde (s. 38). İzmir: İleri Kitabevi. Reisicumhur Kemal Atatürk’ün 1925’ten itibaren değişmez hariciye vekiline (dışişleri bakanına) dönüştüreceği tıbbiyeli Tevfik Rüştü Aras, Karakaşî bir Sabataycı idi: Marc David Baer. (2011). Selanikli Dönmeler: Yahudilikten dönenler, Müslüman devrimciler ve seküler Türkler (S. Kayır, çev.) içinde (s. 285). İstanbul: Doğan Kitap. Reisicumhur İsmet İnönü’nün dışişleri genel sekreteri Feridun Cemal Erkin, Tevfik Rüştü Aras hakkında “Sovyet ajanıdır” demiştir: Said Alpsoy. (2022, Şubat 9). Atatürk Dönemi: Türkiye Bağımsız mı? Rusya’ya İpotekli mi? (Vidyo) içinde (dk. 14:10). YouTube adresinden edinilmiştir.
Kılıç Ali anılarında İstiklal Mahkemeleri’nin Rusya’daki Çeka mahkemelerine benzetildiğini, oysa onların görevlerinin sadece insanlarına korku vermek iken, İstiklal Mahkemeleri’nin adalet simgesi ve inkılabın dayanağı olduğunu söylemektedir.74
74 Asuman Tezcan. (2007). Ahmet Emin Yalman: Dönemi ve Gazeteciliği [Doktora Tezi] içinde (s. 110-111). Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazetecilik Anabilim Dalı, Ankara.

Amerikan Fevkalâde Komiseri M. Bristol’un belirttiğine göre İstiklâl Mahkemeleri’nin İzmir suikastı davası kapsamındaki yargılamalarında zanlıların savunma avukatı tutmalarına da, temyize gitmelerine de izin verilmemiştir.75
75 Hakan Özoğlu. (2011). Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası: 150’likler, Takrir-i Sükûn ve İzmir Suikastı (Z. Bilgin, çev.) içinde (s. 193). İstanbul: Kitap Yayınevi.
İzmir Suikastı davasında ise, İzmit Mebusu Şükrü Bey avukat tutmak istediğini belirtince, Mahkeme Reisi Ali (Çetinkaya), “İstiklâl Mahkemeleri dava vekillerinin canbazlığına gelmez” diyerek bu isteği reddetmiştir.76
76 Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), 1981, s. 170.
Örneğin Kel Ali (Çetinkaya), İstiklal Mahkemesi başkanı iken verdiği idam kararlarını sanıklara babacan bir gülümseme ile bildiriyordu.77
77 Haldun Derin. (1995). Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (C. Koçak, haz.) içinde (s. 62). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Neşe Düzel: Şapka nedeniyle çok kişi asıldı mı? Mete Tunçay: Türkiye’nin her yerinden 20-30 kişi asıldı. 1926 yılına gelindiğinde, İzmir’de Atatürk’e suikast teşebbüsü ortaya çıkarıldı. Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy dahil olmak üzere muhalefet tutuklandı. Öyle ki, mahkeme başkanı, Karabekir’i serbest bıraktıran İsmet Paşa’nın bile tutuklanmasına karar verdi. Atatürk araya girdi de İnönü kurtuldu. İstiklal Mahkemeleri’nde korkunç şeyler yaşandı. Neşe Düzel: Atatürk’ün haberi olmadan İsmet Paşa tutuklanabilir mi? Mete Tunçay: Haberi olmadan olmaz tabii. Neşe Düzel: İstiklal Mahkemeleri’nde neler yaşanıyor peki? Mete Tunçay: Mesela biri bakanlık yapmış olan iki İttihatçı sanık on beş yıla mahkûm oluyorlar. “Biz milletin önüne sanık ve mahkûm olarak çıkamayız. Mahkûmiyet kararına itiraz edelim” diyorlar. İtiraz üzerine yargılama yenileniyor ve bunlar bu kez idama mahkûm edilip asılıyorlar. (..) Neşe Düzel: Halk, İstiklal Mahkemeleri hakkında neler düşünüyordu? Mete Tunçay: Herhalde halk dehşet duyuyordu. Neşe Düzel: İstiklal Mahkemeleri hakkında fikirlerini söyleyebiliyorlar mıydı? Mete Tunçay: Hayır söyleyemiyorlardı. İstiklal Mahkemeleri’nin, İskilipli Atıf Hoca örneğinde olduğu gibi, “zulüm” denebilecek icraatları var. Hoca, “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli bir kitap yazıyor ve bir sene sonra şapka devrimi yapılıyor. Adamı bir sene önceki kitabından ötürü asıyorlar. Mesela… Bir adamın iki çocuğu asker kaçaklığından yargılanıyor. İstiklal Mahkemesi, adama, “oğullarından birini idam edeceğiz, birini de askere göndereceğiz. Hangisini asalım, seç” diyor. Neşe Düzel: Hangi evladın idam edileceği kararını babaya mı verdiriyorlar? Mete Tunçay: Evet. Adamın bayıldığı anlatılıyor.78
78 Neşe Düzel, Korkusuz Tarih, 2011, s. 57-58.
Sivasdaki mürteci’ ‘idâm edildi Türk Milleti, medenî ‘âlemde herkesin yürüdüğü yoldan götüren cumhûriyet idâresi, karşısına çıkmak isteyen her türlü kuvvetleri tepelemeğe kâdirdir Ankara 29 (muhâbir-i mahsûsumuzdan) – İstiklâl Mahkemesi Sivasda yafta yapıştıran şahsı meydana çıkarmış ve ‘idâma mahkûm etmişdir. Bu, Necâti isminde ve Terakkiperverlere mensûb bir herifdir. (..)79
79 Cumhuriyet, 30 Teşrîn-i sânî 1925, s. 1

24-25 Kasım 1925. İstiklal Mahkemesi, 24 Kasım Salı akşamı Kayseri’ye vardı. Ertesi günü derhal göreve başladı. Dini politikaya alet eden ve I. Dünya Savaşında da şüpheli çalışmaları görülmüş olan Mekkeli Ahmet Hamdi’nin yargılanmasına başlandı. Soruşturma sonucunda olay açıklığa kavuştu. Kayseri’de halkı sarık sarmaya kışkırtan ve Şafi mezhebine ve Nakşibendi tarikatına mensup olan Mekkeli Ahmet Hamdi ve dört arkadaşı, Sivas’da büyük bir ailenin şapka aleyhine, sarık lehine Sivas’lıları uyardığını, Kayserililerin de hemen sarık sarmalarını istedi. Bunun sonucu olarak, kırk elli kişi sarık sarınca görevlilerce tutuklandılar. Propagandalarında, kadınların yüzlerinin açılacağı, Kur’an-ın kalkacağı, dul kadınların teşhir edileceği gibi gericiliğin en ilkel yöntemleri kullanılmıştı. (..) Bu arada 24 Kasım’da Erzurum’da, halkın bir kısmı çarşıyı kapatıp, Vali’nin evi önünde: “Biz gâvur memur istemeyiz” diye bağırmışlardı ve polisin uyarılarına aldırış etmeyenlere karşı kuvvet kullanarak 27 kişi tutuklanmıştı. Hükümet Erzurum’da bir ay süreyle sıkıyönetim ilân ederek, 24 Kasım 1925’de meclis’e sundu ve kabul edildi. Ayaklanma ile ilgili ilk dâva İstiklâl Mahkemesi Erzurum’da bulunmadığı için Sıkıyönetim Mahkemesince yapıldı. Suçlu bulunanlar idama mahkûm edilerek asıldılar.80
80 Ergun Aybars, İstiklâl Mahkemeleri, 1995, s. 407.
Fatih Altaylı: Hocam (..) kaç kişi öldürüldü şapka devrimi sebv.. sebebiyle? Ahmet Kuyaş: (..) 600-700 filan.81
81 Habertürk, Teke Tek Bilim, 30 Ağustos 2021, dk. 1:28:15.
1925 sonu itibarıyla İstiklal Mahkemeleri’nin Hükümet’in başlıca silahı haline geldiğini söylemek mübalağa olmaz; öyle ki sonuçta bu silahla basındaki, Parlamento’daki ve hatta bireyler arasındaki her bağımsız fikir ifadesi tümüyle susturulmuştu. Bu şekilde oluşturulan sessizlikte Gazi kendi modernizasyon rotasının peşinden amansızca gidiyordu.82
82 Ali Satan. (2013). (Der.). İngiliz Raporlarında Türkiye 1925-1926 (N. Engin, çev.) içinde (s. 32-33). İstanbul: Tarihçi Kitabevi.
Memleketin insanları İstiklal Mahkemeleri’nin darağaçları vasıtasıyla uyarılmışlardı. Böylece genel bir huzursuzluk olduysa da hiçbir zaman somut bir biçim almadı. Genel laikleşme rotasında dinin önemsizleştirilmesi, Müslüman aile yapısının değiştirilmesi ve Avrupa çizgilerinde yeni bir medenî kanunun uyarlanması, vergilendirmedeki ağır yük, mutat yolsuzluklar ve görevin kötüye kullanılması, Gazi’nin özel yaşamı ile ilgili skandalın giderek daha çok dile düşmesi… Tüm bunlar halk yığınları arasında memnuniyetsizliğe sebep oldu. Ancak Türkler hükümetlerden faydadan ziyade taciz beklerler. Bir muhalefet hareketini yönetmiş olma ihtimali olanların çoğu ya öldü ya da kayıp ve hepsinden önemlisi, aksine dedikodular olsa da, ordu Hükümet aleyhine hiçbir hareket yapmadı. Böylece Gazi’nin ülkeyi metazori modernleştirme planına devamda başarılı olduğu düşünülebilir.83
83 Ali Satan, İngiliz Raporlarında Türkiye 1925-1926, 2013, s. 114. “Metazori (zarf, Rumca): Zorla.” (Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük).
Ağustos ayında basında yer alan Avrupai şapka ve fesin faziletleri hakkındaki aptalca tartışmayı idari bir hareket takip etti. Fes aslında Türk değil, bir Bizans serpuşu idi- ve sarık yasaklandı. Onların yerini şapka ve kep aldı. Avrupalılara göre bu, kişisel özgürlüklere yapılmış gereksiz bir müdahaleydi. Türk politikacıları buna başka bir açıdan bakıyordu. Giydikleri eski serpuş, Türkler ve Avrupalılar arasındaki farkı vurguluyordu. Eğer yeni rejim tarafından yapılan reformlar kök salacak idiyse bu farklılığın ortadan kalkması gerekiyordu. Bu tedbir Anadolu’da ayaklanmalara, cinayetlere ve idamlara sebep oldu.84
84 P. Philip Graves. (1999). İngilizler ve Türkler: Osmanlı’dan Günümüze Türk-İngiliz İlişkileri (1789-1939) (Y. Tezkan, çev.) içinde (s. 148-149). İstanbul: 21. Yüzyıl Yayınları.
Aslında, Mustafa Kemal, başarılı bir generaldi ve daha sonra gerçekleştirdiği her şeyi, ordu kendisini bütün gücüyle desteklediği için başarabilmiştir.85
85 David Hotham. (2000). Türkler (Cilt 1) (M. A. Kayabal, çev.) içinde (s. 35-36). İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi.
Başlangıçta, bir ara şapkanın ekonomik yönü üstünde de durulmuş, fakat hükûmetçe bunun önemli olmadığı, önlemler alındığı ileri sürülerek halk yatıştırılmıştır. Sonradan doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine ise; hiç kimsede şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hâl kalmamıştır; çünkü görülmüştür ki, artık sorun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir.86
86 Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması, 1981, s. 150. “Görünürde dinlerini ve ibadet alışkanlıklarını etkileyen önlemlerden ziyade, fakir insanları bile iğrenç bir Avrupaî kumaş şapka için birkaç kuruş harcamaya zorlayan Şapka Kanunu kızgınlık yarattı.” Ali Satan, İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye 1925-1926, 2013, s. 31.
Avrupalı şapka imalâtçıları altın bir hasat biçtiler. Gemiler dolusu fötr, panama, kasket -ne varsa- İstanbul’a koşturuldu. (İtalyan) Borsalino kardeşlerin limanda şapka yüklü bir gemisi duruyordu, bunları hemen gümrükten geçirip büyük bir kâr sağladılar. Bu da yetmedi -bir süre İstanbul devamlı bir karnavalda imiş gibi yaşadı: erkeklerin kafalarında kâğıt şapkalar, hatta kadın şapkaları görülüyordu (Panneth, “Turkey at the Crossroads”, s. 32).87
87 Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması, 1981, s. 150, dipnot 34.
Mahmutpaşa’da tezgâhtarlık yaparak geçimini temin etmiş olan Vitali Hakko, bu olağanüstü fırsatı değerlendirerek mensucat tacirliğine teşebbüs etmiş ve büyük miktarda servet ve toplumsal nüfuz kesbetmiştir: Genç Cumhuriyetin ilk kuşağıydık. Bize hız veren Atatürk devrimleriydi. Şapka devrimi, kıyafet devrimi olmasaydı, kuşkusuz bugün Vakko da olmazdı. Bu nedenle, birçok defa dile getirdiğim gibi, Vakko, tüm varlığını Kemalist devrimlere ve Türkiye’nin Batılılaşma çabalarına borçludur.88
88 Vitali Hakko. (2004). Hayatım. Vakko. (3. baskı). İstanbul: Orkide Matbaacılık. Ayrıca Hakko, Türk Eğitim Vakfı’nın kuruluş sermayesine ciddî miktarda katkı sağlamıştır: “Vehbi Koç’u gerçek anlamda tanımam Eğitim Vakfı’nın kuruluşu sırasına rastlar. Tabii daha önce tanışırdık. Şurda burda karşılaştıkça hal hatır sorardık. Ama hepsi bu. Bir gün, fabrikada çalışırken, Vehbi Bey’le Nejad (Eczacıbaşı) Bey’in geldiğini söylediler. Doğrusu çok şaşırdım. Böyle, haber vermeden, telefon etmeden gelecek insan değillerdi Vehbi Bey ve Nejad Bey. Heyecanlanmadım değil. Karşılamak için hemen odamdan çıktım. Baktım, yüzlerinde rahat bir ifade var, onları böyle görünce ben de rahatladım. Vehbi Bey elimi sıktı ve daha oturmadan, Sizden para almaya geldik dedi. Şaka ediyor sandım. Nejad Bey sözü alıp, Bugün Vehbi Bey’le tahsilata çıktık diyerek bana Türk Eğitim Vakfı’nın kuruluş amaçlarını anlattı. Ve kendilerinin tesbit ettikleri Vakko’nun katkı miktarını bildirdiler. Kahvelerini söyleyip, Albert’in odasına girdim ve istenen miktarı nakit olarak hazırlamasını rica ettim.” (Hakko, 2004, s. 169).

Şapka giymiyen bir köylü adliyeye verlidi Konya’nın Dere köyünden Rıza oğlu Hasan isminde biri şapka kanununa muhalif olarak örme takke giydiği için zabıta tarafından ciheti adliyeye tevdi edilmiştir.89
89 Cumhuriyet, 31 Ağustos 1932, s. 2. Gazetenin manşetinde ise “Dünya Güzellik Kraliçesi” tayin edilen Keriman Halis’in renkli bir fotoğrafına yer verilmiştir. Keriman Halis’in “Dünya Güzellik Kraliçesi” tayin edilmesi olayının menfaat ilişkileri bağlamında arka planı araştırılmaya muhtaçtır. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Charles Sherrill’e göre Türkiye’deki güzellik yarışmasının küratörü Yunus Nadi ile uluslararası eroin ticareti karteli olan ve örneğin Kuzguncuk’ta da bir fabrika işleten Belçikalı sermayedarlar arasında organik bağ bulunmaktaydı. Nitekim mezkûr “güzellik” yarışması, Belçika’nın Brüksel şehrinde düzenlenmişti: F. Cengiz Erdinç. (2004). Overdose Türkiye: Türkiye’de Eroin Kaçakçılığı, Bağımlılığı ve Politikalar içinde (s. 113). İstanbul: İletişim Yayınları. Keriman Halis’e fevkalâde bir para ödülü, 10.000 Frank yani yaklaşık 8.000 lira verilmiştir (Vakit, 2 Ağustos 1932, s. 1).
Reisicumhur Gazi M. Kemal liderliğindeki Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) tek parti yönetimi, Akşam gazetesinin 1 Ocak 1929 tarihli haberine göre, her sene en az 1.500.000 liralık şapka idhâlatı yapmaktaydı (s. 4). Hükûmetin 1928’deki genel bütçe harcaması 170.7 milyon lira;90 dış ticaret açığı 49 milyon 994 bin 286 lira olarak gerçekleşmiştir.91 Vakit gazetesinin 28 Aralık 1929 tarihli haberine göre ise Avrupa’ya ve Amerika Birleşik Devletleri’ne yalnız şapka için her sene asgarî 5.000.000 lira harcanmıştır (s. 3). Bu verilere göre, şapka idhâlatının 1928 senesi dış ticaret açığındaki payı %3 ilâ %10 oranında tahakkuk etmiş olmalıdır. Aynı sene, Türkiye çapında en az 13.426 çocuk açlık sebebiyle can vermişti.92 1929 Türkiyesi’nde halk; eşek, at, kedi, fare, kurbağa eti yenmesi hususlarında gazeteler tarafından “uzman” tavsiyeleriyle teşvik ediliyordu.93 Diğer taraftan 29 Ekim 1927 tarihli faturaya göre reisicumhur ve misafirlerinin Ankara’daki cumhuriyet balosu büfe masrafı için 1475 lira 50 kuruş tek kalemde ödenebilmekteydi.94
90 Gülçer Üğe. (2010). Türkiye Ekonomisi ve Bütçe Analizi (1923-1950) [Yüksek Lisans Tezi] içinde (s. 55). İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul.
91 Feridun Engin. (1986). Birinci Dünya Savaşı’nda ve Atatürk Döneminde Fiyatlar ve Gelirler. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 3(7), s. 70.
92 Cumhuriyet, 24 Kânunusani 1929, s. 1.
93 “Koyun eti 120 kuruşa, sığır eti 80 kuruşa satılıyor.” Son Saat, Kedi eti yiyiniz!, 19 Ağustos 1929, s. 1; Cumhuriyet, Canım koyun eti dururken kedi ve kurbağa eti de nereden çıktı?, 23 Ağustos 1929, s. 1; Vakit, Kedi eti yinir mi yenmez mi?, 25 Ağustos 1929, s. 1; Akşam, Celâl Muhtar bey eşek etini kediye tercih ediyor.., 2 Eylül 1929, s. 1.
94 Cumhurbaşkanlığı Arşivi, 01024773-127 ve 128; Aktaran: Murat Bardakçı. (2022). Atatürk’ün Mutfağı içinde (s. 172). İstanbul: Turkuvaz Kitap.
Ahalinin Mâlî Durumu Hakkında
Şapka fiyatları yıllara göre şu meblağlarda idi: 1929’da ecnebî şapka fiyatı 12 lira, yerli mâmul şapka fiyatı 6 lira;95 1932’de lüks şapka fiyatı 20 lira, vasatî şapka fiyatı 3 lira;96 örneğin “Türkiye ilk şapka fabrikası” üretimi olan Lozan marka şapkanın fiyatı 7 lira idi.97
95 Vakit, 28 Kânunevvel 1929, s. 3.
96 Cumhuriyet, 24 Ağustos 1932, s. 3.
97 Cumhuriyet, 27 Kânunusani 1932, s. 6.
1932 Eylülü’nde, Kütahya’da kadın tarla işçisinin yevmiyesi 10 ilâ 30 kuruş; erkek işçinin yevmiyesi ise 40 ilâ 60 kuruş aralarında değişiyordu.98 İstanbul’da mesela bir çocuk kunduracı çırağının yevmiyesi 30 kuruştu;99 şehrin mahyacıları ise üç seneden beridir on para maaş alamıyorlardı.100 En mütevazı (C sınıfı, 19’uncu dereceden) memur maaşı 33 lira 41 kuruş;101 Taksim ve çevresindeki apartman dairelerinin kirası 50 ilâ 60 lira;102 karı-koca ve üç çocuktan mürekkeb bir kentli memur-ailenin asgarî geçim endeksi ise 121 lira civarında seyrediyordu.103
98 İlhan Tekeli & Selim İlkin. (2009). Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu içinde (EK IV, s. E79). İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayıncılık. “Dolmabahçe gazhanesi tarafından çıkarılan kok kömürünün tonu yakın zamana kadar yirmi liraya satılmakta iken bir kaç gündür yirmi beş liraya çıkarılmıştır.” (Cumhuriyet, 22 Ağustos 1932, s. 2).
99 Cumhuriyet, 13 Teşrinievvel 1932, s. 1.
100 Akşam, 19 Kânunusani 1932, s. 6.
101 İsmail Durak Ataay. (1974). Türkiye’de Elli Yıllık Maaş ve Ücret Uygulaması. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, 3(1), s. 434.
102 Cumhuriyet, 8 Eylül 1932, s. 6. Pangaltı’da üç oda, bir mutfak, bir helâdan müteşekkil evin kirası aylık 17 lira idi (Cumhuriyet, 9 Eylül 1932, s. 4).
103 Milliyet, 29 Mayıs 1932, s. 3.
1930. İktisadçı Ahmet Hamdi Başar: Köylülerle dertleşirken hesaplarını tutmaya çalışıyorum. Hadisenin rakamlarla ifadesi insanı korkutuyor. 360 okka çavdar ekmiş, 44 lira tohum parası vermiş, 3140 kilo hasılatı 2 kuruş 10 paradan satmış, eline 70 lira geçmiş. Halbuki adamcağız orakçıya 42 lira vermiş. Daha 25 lira masrafı var. Bunlar da eklenirse sade masrafı 111 lira. Hasılat 70 lira. Şimdi bu köylüden ayrıca 12 lira yol vergisi, 15 lira da arazi vergisi isteniyor. 2 buçuk lira da ev için verecek. Tarlada üç kişi çalışmış: bir karısı, bir kızı, bir de kendi. İki öküzü var. Bunların çiftini evvelsi sene 360 liraya almış, bunları satmaya mecbur. Fakat birine 20, birine 10 liradan fazla veren yok.104
104 Ahmet Hamdi Başar, Atatürk’le 3 Ay ve Sonrası; Aktaran: Said Alpsoy. (2022, Ocak 19). CHP/Tek Parti Dönemi Köylü Üzerinde Faiz Sömürüsü (Vidyo) içinde (dk. 15:10). YouTube adresinden edinilmiştir.
1930’lar. Kadınhanı’nın Konya ovasına açılan İttihadiye köyüne gittim. Köy erkeklerinin yüzde doksanı ailelerini bırakmışlar Ankara’ya, Eskişehir’e, İzmir’e ameleliğe gitmişler. Bir kısmı gönderdiği para ile yol vergisini ödemiş, bir kısmı kuraklık yüzünden açlık tehlikesine düşen çocuklarının birkaç aylık yiyintisini aldırabilmiş. Köyde icra memuru da var, zaten bu mevsimde haftada bir icra memuru görmiyen köy yok.! Bu seferki geliş köylüyü can damarından vurmuştu.. Bir köylü 930 senesinde “170” liraya bir çift öküz almış, “931”de borcun yarısını ödemiş, “932”de kalanın üçte ikisini vermiş, üç senelik masrafı olarak “25” lira daha yükletilmiş, şimdi “50” lira isteniyor. Borçlu Ankara’da, karısı ve birkaç çocuğu ekmek parası bekliyorlar. İcra memuru, borç öküz bedelinden doğmuştur, diye ellerindeki bir çift öküzü de haczetti. Köy kadını ağlıyordu… Bu sene mevziî kuraklık yüzünden açlık tehlikesiyle çarpışırken, gelecek senenin ekmeğini emeğinden beklediği öküzleri de elinden gidiyordu. Bir çift öküz için bugüne kadar (140) liradan fazla para verdiği halde el’an borçtan kurtulmamış, öküzleri de elinden alınmıştı. Diğer taraftan icra dairesi tarafından hacz edilen öküzlerin çifti (20) liraya satılıyordu. Bunlar da (20) liraya satılacak, köylü 30 lira daha borçlu kalacak!.. Gelecek senelerdeki icra takip masrafları da yüklenecek, bu borç belki de varislere devredilecek. Ayrılıyordum, Ankara’dan bağ bekçiliğinden dönen bir köylü acınıyor: Efendi, işte bizim halimiz, borçla, beş misli değerine bir çift öküz alırız, ödeşmek için alacaklının kölesi gibi senelerce çalışırız, dört mislini veririz, beşinci misli için de öküzler elimizden gider. Bu adam borçtan yine kurtulmıyacak, köylü olma da ne olursan ol!…105
105 Yalçın. (1934, Eylül). Köylünün Çift Hayvanlarının Haczedilmesi. Ülkü: Halkevleri Mecmuası, Sayı 19, Cilt 4, s. 76. Ülkü mecmuası, Mustafa Kemal’in mülkiyetinde bulunan Ankara’daki Hakimiyeti Milliye Matbaasında basılmıştır. Mecmuanın umumî idarecisi ise İstiklâl Mahkemeleri “yargıç”larından Necip Ali (Küçüka) idi. Dahiliye Vekâletinden Başvekâlete gönderilmiş olan 27 Mayıs 1930 tarihli muhtıraya göre Tirebolu’nun Buğdalızir köyünde 4 kişi açlıktan ölmüştü [Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (DCA), 30-10-0-0/120-858-5]. Gümüşhane mebusu Ali Fethi Bey’in Büyük Millet Meclisi Reisliğine arz ettiği 11 Aralık 1930 tarihli sual takririne göre “İzmir civarındaki bazı köylülerin açlık ve sefalet içinde ahlat [yaban armudu] yemekle” hayatta kalabildikleri gazetelere haber olmuştur (BCA, 30-10-0-0/8-48-8, s. 3).
Fakir-zengin ayrımı yapılmaksızın 18-60 yaş aralığındaki mesul erkeklerden kelle başı toplanan yol vergisinin neredeyse bütün yükü; yönetici, bürokratik, ticarî seçkinlerin değil ahalinin omuzlarına yüklenmişti. Örneğin; Antalya Türk Ocağı’nın Türkiye Cumhûriyeti Başvekâleti Cânib-i Sâmîsine gönderdiği 15 Haziran 1340-1924 tarihli muhtırasına göre, alım gücü fevkalâde yetersiz ahali, 12 liraya yükseltilmiş ve jandarma refakatinde tahsil edilmeye başlanan yol vergisini ödemek için akıl almaz çarelere başvurmak zorunda kalmıştır: [1] Antalya’nın Osmaniye mahallesinden Girit ve Kıbrıslı Mehmed istidaat-ı maliyesinin darlığı hasebiyle bedel-i mezkuru tediye edemeyeceğini beyan etmiş, fakat hakkında ittihaz kılınan hesabı (değer) kararının ruhuna ilka (bıraktığı) ettiği kahır bir infial ile henüz yedi yaşındaki sevgili evladını alenen mevki-i müzayedeye çıkarmış ve elli liraya satmak suretiyle on iki lirayı tasfiye etmiştir. [2] Yine Antalya’nın Tuzcular Mahallesi’nde mukim İskenderelioğlu İsa kendisinden talep edilen tarik bedelini temin maksadıyla ailesiyle birlikte yattığı yatağı satmaya teşebbüs etmiş ve zevcesinin buna mani olmak istemesi üzerine aralarında zuhur iden münazaadan sonra şahitlerin nazarları altında bu yüzden talak (boşanma) vaki olmuştur. [3] Keza Antalya ahalisinden Balıkçı Sami ailesine aid çamaşır leğenini satmak suretiyle bedel-i mezkuru tasfiye etmiş ise de zevcesiyle kavga etmiştir.106
Ahalinin yaşadıklarını doğru özetleyen diğer birtakım haberler: [1] Anadolu’da bir köy tahsildarının bir kaymakam, bir şube reisi kadar salâhiyeti vardır. Köy tahsildarı vergisini bir taksitte veremiyen köylüye eza cefa ettiği gibi, onun altındaki yatağını ve sairesini de derhal müzayedeye çıkarır, bu doğru bir hareket midir?107 [2] Yol vergisi fakir, zengin için müsavidir. Ayda binlerce lira kazanan bir tacir ile bir rençber ayni seviyede mükelleftirler. Ayda yüz, iki yüz lira kazanan veyohut maaş alan bir tacir, bir memur için senede on lira vermek kat’iyen hissolunmıyacak bir şey olduğu halde bazı günlerini boş geçiren hele kış günlerinde büsbütün atıl durmaya ve kazançtan kısmını eritmeye mahkûm olan yüz kuruş yevmiyeli bir rençberin kırk, elli lira maaşlı bir memurun veya herhangi bir iş adamının on lira vermesi bütün vergilerin tarhta nazarı dikkate alınan kudret ve kabiliyet esasına taban tabana zıttır.108 [3] Bu sene Samsun’da her mükelleften on lira alınıyor. Vilâyet dahilinde Cubi deresindeki Çoban, Destek’teki fakir köylü, Samsun’daki milyoner ayni on lirayı veriyor. Ömründe bir onluk banknotu görmemiş dört nüfuslu bir rençper ailesi bu onlukların sikleti altından kalkabilir mi? Aksine olarak (çok şükür köylü doğurtucu, zengin kısırdır.) yolları bozan zenginin kamyon ve otomobilidir. Bu itibarla yol vergisi köylü ve kasabalıdan müsavi nisbetlerde cibayet edilmemelidir.109 [4] Adapazarı’nda yol vergisi; geçen sene olduğu gibi bu sene de (13) liradır. Hapishanemiz elyevm bu vergiyi vermiyenlerle doludur. Sabahtan akşama kadar iş arayıp bulamıyan bir çok zavallılar vergilerini verememişlerdir. Hatta 13 liraya mukabil 10 lira verenler gene hapse maruz kalıyorlar.110 [5] Senede 10 liralık bir kâğıdı görmiyen köylü yılda 13 lira yol parasını nasıl verir?111 Toplanan yol vergilerinin yol inşaatından daha ziyade başka kalemlere tahsis edilmesi de ehemmiyetli meseledir: kanunun ihtiyaca asla tevafuk etmediği neticesine varmaktadır. Diyebiliriz ki hâlen mer’i kanun yol yapılmasından ziyade yapılmamasını temin eden bir kanundur.112 1932 itibarıyla 12 liradan 6 liraya tenzil edilen yol vergisinin İstanbul’daki uygulaması şöyleydi: Yekûnu 125 bin mükellefin 117 bini nakdî; 8 bini ise bedenî (8 günlük angarya iş) sınıftaydı.113 Reisicumhur Gazi M. Kemal ise 19 Ekim 1931 tarihli faturaya göre, tek kalemde, Anadolu Kulübü’nde yemeğe 8 lira 5 kuruş, poker kâğıtlarına 18 lira ödemekteydi.114
106 DCA, 30-10-0-0/117-816-3, Ek 98; Aktaran: Nuray Özdemir. (2013). Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Yol Vergisi. Tarih Araştırmaları Dergisi, 32(53), s. 220.
107 Cumhuriyet, 22 Teşrinisani 1930, s. 3.
108 Cumhuriyet, 22 Teşrinisani 1930, s. 3.
109 Cumhuriyet, 24 Teşrinisani 1930, s. 3.
110 Cumhuriyet, 28 Teşrinisani 1930, s. 3.
111 Cumhuriyet, 25 Kânunuevvel 1930, s. 3. Cumhuriyet’in ilk sayfasında ise ironik olarak “931 Türkiye Güzellik Kraliçesi kim olacak?” haberi gündemde tutulmuştur.
112 Cumhuriyet, 24 Eylül 1932, s. 3. 1932’de toplanan yol vergisi yaklaşık kıymetlerle 3.795.000 lira; tahsisat ise 429.000 lira. 1931 senesinde Türkiye’de 2.183.575 mükelleften %75 verimle toplanan yol vergisi meblağı nakit 7.584.180 lira olduğu hâlde yol inşaatına 2.436.896 lirası tahsis edilmiş, 774.375 kişi ise amele olarak çalıştırılmıştı (Özdemir, 2013, s. 225).
113 Son Posta, 9 Şubat 1933, s. 1. Bununla birlikte “birçok ülke, yol vergisinde bedeni çalışma metodunu daha 1880’lerde terk etmişti.” İlhan Tekeli & Selim İlkin, Cumhuriyetin Harcı, Cilt 3, s. 182-183; Aktaran: Said Alpsoy. (2015). CHP Dosyası içinde (s. 141). İstanbul: Umran Yayınları.
114 Murat Bardakçı, Atatürk’ün Mutfağı, 2022, s. 190.
Müslüman ahali; dîninden edilme, maddeten fakirleştirilme eziyetlerinin yanı sıra ruhsal açıdan da çok ciddî baskılara maruz bırakılıyordu. Örneğin; Trabzondan üç, Edirneden bir, İzmirden bir, Bartından iki irtica maznunu getirildi ve Taşhana yerleştirildiler. Hapisaneyi teftiş eden müddeiumumî Tahsin Bey Bursa’lı irtica maznunları arasında bazı sarıklı görerek resmî sıfatları kalmıyan bu adamlara sarıklarını çıkartmış şapka giydirmiştir.115
115 Milliyet, 15 Mart 1933, s. 6. Ve örneğin Ezân-ı Muhammedî’nin Kemalistçeleştirilmesi vak’asında ezanı Kemalistçe okumayan 4 müezzin derhal tevkif edilmiş, âdetâ âdî bir cürüm işlemişler gibi jandarma eşliğinde müdde-i umûmîliğe (savcılığa) götürülmüşlerdir. Bu kadarıyla da iktifa edilmemiş, tahkikatı yürüten müdde-i umûmî Hasan Bey çarşıya çıkıp “yarın idam kararı vereceğim” demiştir (Milliyet, 13 Şubat 1933, s. 1, 6).

Gazi M. Kemal’in Durumu Hakkında
Haziran 1934. İran Şâhı Rıza Pehlevi, Türkiye’yi ziyareti sırasında Gazi ile birlikte Batı Anadolu’yu gezdi; Eskişehir hava üssünü, savaş alanlarını, Çanakkale istihkâmlarını gördü. Asker olarak, birbirleriyle iyi uyuştular. Başka bakımlardan alışkanlıklarının ayrı olması birtakım sıkıcı durumlara yol açtı. Özel trende, Gazi bol bol içiyordu. İzmir yolunda Uşak’ta durdukları zaman trenin çevresini saran büyük kalabalık iki devlet başkanının ellerini öpmeye başladı. Aralarında sarıklı, cübbeli bir molla da vardı. Gazi, onu görünce yobazlara karşı söylenmeye başladı. Adam hemen sarığını çıkardı, kalabalığa karışarak ortadan kayboldu. Ancak Gazi yola çıkmadan önce Uşak Valisinin hapse atılmasını ve şehrin ertesi sabah bombardıman edilip yıkılmasını söyledi. Ertesi gün bu emir, doğrulanması için kendisine gösterilince büyük bir pişmanlık duyarak geri aldı.116
116 Lord Kinross. (1994). Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu (N. Sander, çev.) içinde (s. 533). İstanbul: Altın Kitaplar. Sofra hizmetlisi Cemal Granda: “Özel yaşamında da çok sakin olan Atatürk, üç kadeh içtikten sonra vahiy geliyordu. Peygamberler gibi. Bütün kararları o zaman veriyordu. Hepsi de isabetli şeylerdi. Devrimlerin çoğunu ayık kafayla yapmağa kalksaydı, belki de başaramazdı.” Cemal Granda. (1973). Atatürk’ün Uşağı İdim (T. Gürkan, haz.) içinde (s. 255). İstanbul: Hürriyet Yayınları. Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi Hasan Rıza Soyak: “Okuma bitince Atatürk bana döndü: Bunu al, yarınki Ulus gazetesine konulmasını temin et ve bana haber getir dedi. Kâğıtları aldım, büroma gittim. Yazıyı tekrar dikkatle okudum, asıl konu ile hiç ilgisi olmayan birtakım şahsi hücumlarla doluydu ve kullanılan lisan cidden ağırdı. Okurken; Büyük Adam’ın, İçki sofrasında olanların, yazılanların ve konuşulanların yine orada kalması lazım geldiği yolunda her vesile ile tekrarladığı sözleri de hatırlamıştım. Bunun üzerine bu yakışıksız yazıyı gazeteye vermekte acele etmemek kararına vardım.” Hasan Rıza Soyak. (2010). Atatürk’ten Hatıralar (6. baskı) içinde (s. 23). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. İsmet İnönü: “Son seneleri Atatürk’ün çok zor olmuştu. Gece alkol tesiri ile alınan teşebbüsleri ertesi gün daima iptal etmek bir eski âdetimiz idi. Son seneler bu âdet kalkmağa başladı. Hele nihayete doğru (1936-37 vuzuh ile hatırladığım seneler) gece arzu veya teşebbüs ettiği bir işi ertesi gün tamamen sakin ve tamam iken de iltizam (ile) takip etmeğe başladı. Sıhhatında ve alkolün tesiratında bu tebeddülü fark ettiğim andan itibaren korkum çok arttı.” Sabahattin Selek. (1987). İsmet İnönü: Hatıralar (Cilt 2) içinde (s. 321). Ankara: Bilgi Yayınevi. Latife Hanım’ın yeğeni Mehmet Sadık Öke: “Mustafa Kemal içtiği zaman ertesi gün neler olduğunu, ne imzaladığını hatırlayamayabiliyordu. Ben dozumu bilirim, beni etkilemez, diyerek kendini savunuyordu.” Fatih Bayhan & Mehmet Sadık Öke. (2011). Teyzem Latife (3. baskı) içinde (s. 404). İstanbul: Pegasus Yayınları.
Kemal Atatürk, beyaz renkli gömleklerini dâimâ İsviçre’den sipariş eder; İstanbul’da iken elbiselerini Beyoğlu’ndaki Terzi Arman’a diktirirdi.117 Giyindiği pijama ve gömlek ipektendi.118 Örneğin, ekâbir (tek parti seçkinlerinin) terzisi Peltekis, vasatî frakı 40 liraya; lüks frakı ise 150 liraya dikmekteydi.119 Ayrıca vurgulamak gerekir ki Mustafa Kemal’in kamuoyu bilgisine sunulmamış kıyafet masrafları hakkında müstakil bir araştırma yapılması külliyata mühim bir katkı olacaktır.
117 Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, 1973, s. 50. “Tüccar terzi Arman Fokşaner (Sabık Mir ve Kotro terzihanesi sahiplerinden) En son moda birinci nevi İngiliz kumaşlarından kusursuz ve şık kostümler. Beyoğlu İstiklâl caddesi Tayyare piyango müdürlüğü üstünde.” Akşam, 18 Mayıs 1931, s. 8.
118 Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, 1973, s. 375, 406.
119 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken, 1995, s. 40. 25 Haziran 1933’te Riyaseticumhur şifre ikinci kâtibi tayin edilen Haldun Derin’in maaşı 55 lira idi, yan ödemelerle birlikte yaklaşık 145 liraya iblağ ediliyordu (Derin, 1995, s. 38). “Ucuz köylü elbisesi” olarak satışa çıkarılan kıyafetlerin fiyatı dahi oldukça pahalıydı: 5 lira 50 kuruş (Tan, 26 Haziran 1935, s. 2).

Reisicumhur Gazi M. Kemal 1930 Ocak’ı ile 1931 Temmuz’u arasında net 13 bin 726 lira alıyordu. Daha ilginç husus, tek namzet olduğu hâlde cumhurbaşkanlığı tayini sürecinde “seçim dolayısı ile” kendisine çift maaş tahsis ediliyordu. Örneğin 1931 Mayıs’ında 27 bin 452 lira ödenmişti ki neredeyse Gaziantep’te tesis edilen Buz fabrikasının kuruluş maliyeti kadardır.120 Şubat 1936 itibarıyla reisicumhurluk maaşı 8 bin 759 lira 67 kuruşa tenzil edilmiştir.121 Bununla birlikte Konya şehir meclisinin 195 bin liralık (aylık 16 bin 250 lira) 1935 yılı bütçesiyle122 mukayese edildiği vakit fevkalâde dolgun bir maaş olduğu anlaşılabilir. 1932’de, yetim ve dul kimseler için derecelerine göre 40, 45, 49, 50 ve 100 kuruş aylık bağlanmış ancak örneğin on senelik aylığın (4 liranın) tek sefer nakit verilmesi suretiyle 40 kuruş aylıklı yetim ve dul kimselerin hazineyle alâkaları kesilmiştir.123 Mustafa Kemal ve Kemalist elitler ise, örneğin, 1934 Temmuz’u ile Kasım’ı arasında şampanya, viski ve rakıya Özel Kalem’in 3 bin 141 lira 54 kuruş, aynı senenin Eylül’ünde de Cumhuriyet Halk Fırkası için alınan 83 sandık şampanya ile dört sandık viskiye de 3 bin 394 lira 44 kuruş ödüyordu.124
120 Kurun, 19 Mayıs 1935, s. 2. “Et ve sebze gibi yenecek gıdaların muhafazasına mahsus soğuk hava depolarını da muhtevi bulunan fabrika otuz üç bin liraya elektrik şirketi tarafından yapılmıştır.” Aynı haberin devamında nakledildiğine göre ise “Atatürk” heykeli rekzedilmesi için 1.000 lira ödenmesi kararlaştırılmıştı.
121 Murat Bardakçı, Atatürk’ün Mutfağı, 2022, s. 178.
122 Tan, 23 Nisan 1935, s. 11.
123 Cumhuriyet, 5 Teşrinievvel 1932, s. 2; Cumhuriyet, 6 Teşrinievvel 1932, s. 3. O yıllardaki gıda fiyatları yaklaşık olarak şu değerlerdeydi denilebilir: ekmek 9 kuruş, francala 13 kuruş, toz şeker 36-50 kuruş, buğdayın okkası 7-8 kuruş, bir okka koyun eti 30 kuruş, ciğer 10 kuruş, kelle 7 kuruş, muzun okkası 2 lira, bir adet kavun 1 kuruş, bir okka şeftali 5 kuruş, üzümün okkası 8 kuruş (Cumhuriyet, 24 Ağustos 1932, s. 4; Cumhuriyet, 27 Ağustos 1932, s. 4; Cumhuriyet, 28 Ağustos 1932, s. 2). Sirkeci ve Taksim’deki lokanta ve birahanelerde fiyatlar: kuzu çevirme 20 kuruş; döner 12,5 kuruş; bütün piliç 30 kuruş; çorba 5 kuruş; sebze ve tatlı 10 kuruş; et yemeği 15 kuruş idi (Cumhuriyet, 8 Eylül 1932, s. 1, 6).
124 Murat Bardakçı, Atatürk’ün Mutfağı, 2022, s. 167. Kars Vilâyetinin Ardahan, Göle ve Poshof kazâlarında açlığa bağlı kitlesel ölüm tehlikesi Dahiliye Vekâletine bildirilmiş ve 16 Nisan 1933’de 1.500 liralık bir yardım yapılmıştır (DCA, 30-10-0-0/81-531-1). Birinci Umumî Müfettişliğinden Dahiliye Vekâletine gönderilen 11 Mayıs 1933 tarihli tezkereye göre Van’ın Tuzluca kazâsında otla “teğaddi” ederek (beslenerek) hayatta kalan köylülere Hilâl-i Ahmer (Kızılay) tarafından 1.000 lira tahsisat yapılması talimatı verilmiştir (DCA, 30-10-0-0/184-269-2, s. 8).
O hâlde mühim bir sual sorulmalıdır: Türk halkı, bu gibi devrimlerin yapılmasiyle birlikte sömürüden, yoksulluktan kurtulabilmiş değildir. (..) şapka devrimi (..) köylüye ne getirmişti?… Ekonomik bakımdan, sosyal bakımdan ne getirmişti? Hatta biçimsel olarak ne getirmişti?125 Cumhuriyet Halk Partisi tek parti devri Kemalist elitleri ve menfaat grupları millet egemenliği adı altında Kemalist elit egemenliğini kurarak kamu kaynaklarıyla zenginleşir ve toplumsal nüfuz tahkim ederken; halk ise fakirleştirilmiş, bir yandan “modernleştirilmiş” ve fakat diğer yandan da çeperde tutulmuştur.126
125 Bülent Ecevit. (1973). Atatürk ve Devrimcilik (2. basım) içinde (s. 69, 75). Ankara: Tekin Yayınevi.
126 Halkın; CHP tek parti elitleri tarafından çeperde, yönetilen sınıfta tutulduğuna dair temsil niteliği fevkalâde olan şu hatıra örnek verilebilir: “Yedek subaylık günlerinin birinde de Ömer beni babasıyla tanıştırmaya götürmüştü. İsmet İnönü o zaman Cumhurbaşkanıydı ve bu nedenle biz Çankaya Köşkü’ne gitmiştik. İnönü, oğlunun arkadaşı olduğum için bana bir hayli yakınlık göstermiş ve ne iş yaptığımı sormuştu. Ben de kendisine mühendis olduğumu ve yol inşaatlarında çalıştığımı söylemiştim. İsmet Paşa, kulağıma doğru eğilecek ve hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak şu sözleri fısıldayacaktı: Aman çok yol yapma evladım. Çok yol yaparsan Anadolu akın akın koşup buralara gelir.” Jak Kamhi. (2013). Gördüklerim Yaşadıklarım içinde (s. 35). İstanbul: Remzi Kitabevi.
İlave Anekdotlar
Samimi dostlardan bir kısmı teori ve iddialarını şu şekilde özetliyor ve tespit ediyordu: Anadolu Müdafaa-yı Milliye akımı Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar arasında kararlaştırılmıştır. Bu hareketi bir askerî diktatörlük şeklinde değil de, millete dayanıyormuş gibi göstermek için Erzurum ve Sivas Kongreleri toplanarak milletten vekâlet alınmış, hâlâ da bu şekli korumak kasdıyla Ankara Büyük Millet Meclisi toplatılmış ve buna yürütme kuvveti de verilmiştir. Fakat meclis ve hükümet bir dış görünüştür, gerektiğinde dağıtılması, istenilen şekle sokulması mümkündür.127
127 Ahmet İzzet Paşa. (2017). Feryadım (S. İ. Furgaç & Y. Kanar, haz.) (2. baskı) içinde (c. 2, s. 148). İstanbul: Timaş Yayınları.
Maliye eski nâzırı Sabataycı Cavid Bey: Mustafa Kemal de, İsmet de, nihayet, Enver gibi birer askerdirler. Ankara iktidarı, ister istemez kafasının dikine giden bir askeri dikta rejimi olacaktır. Cumhuriyet, işin iç yüzünü maskelemekten başka bir şey değildir.128
128 Falih Rıfkı Atay. (1980). Çankaya içinde (s. 381). İstanbul: Bateş Yayınları.
Atatürk bir diktacı mı, bir hürriyetçi mi idi? Bir akşam üstü birlikte Sarayburnu parkına gitmiştik. Bir aralık: “-Kimde bir küçük defter var?” dedi. Sanırım garsonlardan biri kendine bir küçük cep defteri uzattı. Bir şeyler yazdığını görüyorduk. Biraz geçtikten sonra: “-Bunları sana okutacağım. Gözden geçir!” diye karaladığı sayfaları bana verdi. Baktım, yazı benim Ankara’daki komisyondan getirdiğim yeni lâtin alfabesi ile! Binlerce kişiye Atatürk’ün Türk yazısını temelden değiştiren sözlerini okudum. Coşkunca bir alkıştır, koptu. İki gün sonra da Anadolu yolculuğuna çıkarak halka yeni yazı öğretmenliği etti. Bu tepeden inme bir olup bitti idi. Büyük Millet Meclisi’nin haberi bile yoktu. Metodun diktatörce olduğuna şüphe edilemez.129
129 Falih Rıfkı Atay. (1980). Çankaya içinde (s. 23). İstanbul: Bateş Yayınları.
Mustafa Kemal’den İtalyan Dışişleri eski bakanı Kont Carlo Sforza’ya: Benim diktatörlüğümün tek bir amacı vardır, o da Türkler için yeni bir diktatörlüğü imkansız hale getirmektir.130
130 M. le comte Sforza, 16 Novembre 1938, “La parole est a…”, Le Soir gazetesi; Aktaran: Bilâl N. Şimşir. (2011). Atatürk’ün Hastalığı (2. basım) içinde (s. 169). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
The Evening Standard adlı İngiliz akşam gazetesinin 10 Kasım günlü sayısında, Michael Foot imzasıyla “Atatürk” başlıklı bir yazı çıktı. Bu İngiliz gazetecisi de yazısına Atatürk’ü yermekle başlıyordu. Atatürk’ün Türkiye’yi sıkıyönetim kanunlarıyla yönettiğini söylüyordu. Asker olarak O’nun “başka kanun tanımadığını” ileri sürüyordu. 1930’da bir muhalefet partisini denediğini, ondan sonra yine sıkıyönetim kanunlarına döndüğünü yazıyordu.131
131 Bilâl N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, 2011, s. 213.
Yine 10 Kasım günü, The Star adlı Londra gazetesinde, M. Samuels imzasıyla, “Bir Milleti kurtaran asi” başlıklı bir yazı vardı. (..) “Savaş sonrasının büyük diktatörlerinden ikincisi öldü. Lenin’den sonra Kemal de gitti” diyordu yazar.132
132 Bilâl N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, 2011, s. 215.
Gazi’nin rejimi bir diktatörlüktü. Kendisi milliyetçiydi ve din adamlarına karşıydı. İmamın nüfuzunu azaltmak için elinden geleni yaptı ve 1928’de devleti tamamen laikleştirdi. Anayasa’nın dinler ilgili maddeleri kaldırıldı.133
133 The Daily Telegraph ve The Morning Post, 11 November 1938; Aktaran: Bilâl N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, 2011, s. 225.
Kemal Atatürk, “diktatörler arasınde en ilginç kişiliği olan” kimseydi. Eserleri, birçok bakımdan “Lenin’in yaptıklarıyla kıyaslanabilirdi”. (..) Kemal Atatürk bir diktatördü ve yumuşak bir diktatör de değildi.134
134 The Machester Guardian, 11 November 1938; Aktaran: Bilâl N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, 2011, s. 228.
İstanbul’daki İngiliz Fevkalade Komiseri Nevile Henderson 23 Ekim 1923 tarihinde İngiliz Hariciye Nezâretine muhtıra gönderdi: Cumhuriyet’in kurulması ve kendisinin de gizlenmeye ihtiyaç duymayan bir otokrat olması konusunda beklediği desteği alamayan Kemal, bunu ancak askeri diktatörlükle sağlayabileceğini düşünüyor olabilir. Mustafa Kemal sunî hükümet krizi çıkartarak 158 kukla mebusuyla idare şeklini değiştirdikten (29 Ekim 1923’ten) sonra, Henderson, bir başka muhtıra kaleme aldı: Kabul edilen bir diğer yasal değişiklik de Cumhurbaşkanı’nın yetkilerine dairdi. O kadar geniş yetkiler verildi ki bu pratikte Kemalist bir diktatörlük anlamına geliyor.135
135 Günce Akpamuk & Onur Erem. (2023, Ekim 28). İngiliz gizli belgelerinde Ekim 1923 (1): ‘Ankara’da doğum sancıları: Cumhuriyet fikri kabul görse de Mustafa Kemal’e muhalefet var’. BBC News Türkçe. www.bbc.com adresinden edinilmiştir.
Tiflis’deki Alman Başkonsolosluğundan Berlin’e 2 Şubat 1923 tarihli ve Wesendonk imzalı rapor: Sovyet diplomasisinin hizmetinde olan Astahov isimli gözlemcinin aktardığına göre; Milli Meclis ve onun hakimiyeti bir komediymiş. Yegâne hükümdar Mustafa Kemal’in kendisiymiş.136
136 Emrah Cilasun. (2004). “Bâki İlk Selam” Çerkes Ethem içinde (s. 233). İstanbul: Belge Yayınları.










