Liyakat
Mustafa Kemal’den Kâzım Karabekir’e: Sulh heyetimize seni baş murahhas olarak gönderemem. Çünkü kafanla harekette ısrar edersin, İsmet Paşa’yı göndereceğim; çünkü sözümden dışarı çıkmaz (Kâzım Karabekir, Paşaların Kavgası, 2005, s. 88). Bu saikle ordu kumandanlığından bir anda Hariciye Vekilliğine atanan İsmet Paşa, yabancı lisana vukûfiyetini şu veciz ifadesiyle özetlemektedir: Bizim mekteplerin Fransızcası ile uzun müddet işlenmemiş bir meleke ile Avrupa ortasında büyük devletler aleyhine neler söylediğimi Allah bilir (İlhan Turan, İsmet İnönü: Lozan Barış Konferansı, 2010, s. 239). İsmet İnönü’nün belirttiğine göre ise Lozan Konferansı’na murahhas olarak kendisinin gönderilmesini Mustafa Kemal’e “tavsiye” eden kişi, Fransız mümessil Franklin-Bouillion idi [Nihat Erim, Günlükler (1925-1979), 2005, c. 1, s. 230].
İstanbul’daki İngiliz baştercümanı Andrew Ryan, Ankara Hükûmetinin imza yetkisi verdiği Lozan heyeti delegeleri hakkında Hariciye Nezaretini bilgilendirdi: İsmet Paşa – Aşırı eğilimli; görüşmelerde inatçı; Mustafa Kemal’in sadık yardımcısı; Dr. Rıza Nur – Belirli görüşleri olmayan, macera-sever, aşırı eğilimli, en çok para ödeyenlere bağlılıkla hizmet eder; Bolşeviklerden ödenek alır; Hasan Bey – Maliye uzmanı ama mali konularda pek az bilgisi var (Salâhi R. Sonyel, Gizli Belgelerle Lozan Konferansının Perde Arkası, 2006, s. 49).
Lozan Müzakerelerinin ikinci devresine gönderilen Dışişleri Bakanı İsmet Paşa ve zevcesi Mevhibe Hanım, Mustafa Kemal’in “yüzük” ve Latife Uşşakî’nin “tayyör, elbise ve pardösü” siparişlerini temin edip Türkiye’ye postalamışlardır (Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, 2017, s. 684).
İçki
Akşam yemeğinden sonra Türk delegasyonu üyelerinden bazıları Lozan Palas otelinin holünde vakit geçirirken ya da Yahya Kemal’den hoş fıkralar ve şiirler dinleyerek içkilerini yudumlarken, bazıları da otelin yukarı katlarında çalışmaya dalmış ve yarınki görüşmelere hazırlanıyor olurlardı (Bilâl N. Şimşir, Lozan Telgrafları, 1990, c. 1, s. XVII).
Lozan’daki Amerikalı murahhas (delege) John Grew’in (daha sonra Ankara’ya büyükelçi tayin edilecektir) 21 Aralık 1922 tarihli günlüğü: Ayın yirmi birinde İtalyan delegasyonundaki yemekte, ikinci Türk delegesi Rıza Nur Bey ile aramda geçen hoş bir konuşma Türklerin imtiyazlarda Amerikan iştirakine öncelik vermek istediklerini ama haddinden fazla gecikmemizden endişe duydukları yolundaki inancımı güçlendirdi… (..) İsmet (Paşa), bu İtalyan yemeğinde nadir görülen bir formdaydı. Aramızda bir başkası oturmasına rağmen, büyük bir şampanya bardağını ağzına kadar doldurduktan sonra öne eğilerek “Mr. Grew, tarafsız topraklar üzerinde miyiz?” diye sordu. Meydan okumayı kabul ettiğimde ise bardağındakini son damlasına kadar içti bitirdi. İçki yasağı uygulayan iki önemli ülke temsilcilerinin şerefine kadeh kaldırmaları hayli eğlenceliydi (Bilâl N. Şimşir, Lozan Günlüğü, 2012, s. 300).
Lozan’daki Ankara heyetinin ikinci murahhası Doktor Rıza Nur, Bolşevik Rus yetkilileri Çiçerin, Rakovski, Vorovski ve Medivani’yi makam odalarında ziyaret etmiş, Boğazların serbestliği hakkında münakaşaya tutuşmuş ve nihayet olay tatlıya bağlansın için demlenmişlerdir: İçki getirttiler, içtik; dereden, tepeden konuştuk. Nihayet: “Hakkınız var. Sulh yapmalısınız. Ne çare böyledir. Sizi temin ederiz ki aleyhinize hiçbir şey yapmayız. Siz de, biz de aramızda olan bu ihtilâfı, bu kavgayı kimseye duyurmayalım. Bir sır olarak kalsın” dediler. “Pekiyi” dedim… Teminat verdim. Mesele bitti. Ruslar Türkiye’yi Afo (koz) olarak kullandıklarından bu ihtilâfın İngilizlerin kulağına gitmemesine pek ehemmiyet veriyorlardı (Bilâl N. Şimşir, Lozan Telgrafları, 1990, c. 1, s. 185-186, dipnot **).
Maliye eski nazırı, İttihadçı ve Sabataycı Cavid Bey’in 26 Ocak 1923 tarihli günlüğü: ..şimdiye kadar kaç kere ikinci murahhası barda kadehlerle viski içmiş, sarhoş olmuş. Abuk sabuk beyânâtta -ecânibin yanında- bulunmuştur. Oralarda sabahlara kadar içki içildiği, hattâ Paşa’nın da bu eğlenceden müşteki kalmadığı bütün delegasyonlarda çalkalanıyor (Cavid Bey, Meşrutiyet Ruznâmesi, 2015, c. IV, s. 494-495).
İstihbarat
Fransız istihbaratçı Berthe Georges-Gaulis: İngiliz elçilik müsteşarı Nevil Henderson ile görüştüm. Sulh için Fransa’nın aracı olmasını teklif etti. Bunun üzerine münâkaşaya başladık. Sulh konferansı için Lozan’ın uygun olmadığını bildirdim. Ertesi gün bir dostun evinde tekrar buluşarak konuştuk. Nevil Henderson, Mustafa Kemal’in Lozan’ı kabul ettiğini haber verdi ve şöyle dedi: “Bunun mânâsı şudur: Biz birinci eli kazandık, artık siz bir şey yapamazsınız. Biz sulhün yegâne hâkimiyiz. Onlara kurduğumuz tuzağı anlamadılar.” İngiliz himâyesini kabul eden bir millet, şahsî fikirlerinden vaz geçmelidir. Onlar bu memleketlerin dış dünya ile alâka kurmasını katiyen istemezler. Henderson’a “Ankara size kafa tutabilir” dedim. Bana “Bizim elimizde büyük kozlar var. Halife de bunlardan biridir” diye cevap verdi (Berthe Georges-Gaulis, La Nouvelle Turquie, 1924, s. 121-125; Aktaran: Ertuğrul Düzdağ, Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler, 1994, s. 128).
İngiliz istihbaratı müessesesi Government Code and Cypher School, 1920 Haziranından 1924 Ocakına değin, Ankara Hükûmetine aid yaklaşık 12.600 (aylık ortalama 290) adet askerî ve diplomatik şifreli sinyali ele geçirmişti (Keith Jeffrey & Alan Sharp, Lord Curzon and the Use of Secret Intelligence at the Lausanne Conference: 1922-1923, 1993, s. 80).
Dışişleri Bakanlığı eski memuru, büyükelçi emeklisi ve Türk Tarih Kurumu eski üyesi Bilâl Şimşir’in belirttiğine göre, Lozan müzakerelerinin birinci safhasında Ankara heyetinin kullanmış olduğu “Eastern” telgraf hattı, İngilizlerin denetiminde idi. Diğer telgraf hattı “Köstence” ise Fransızların kontrolündeydi (Bilâl N. Şimşir, Lozan Telgrafları, 1990, c. 1, s. XVII).
İngiliz ajanı A.H.206 nâm-ı diğer doktor Nihat Reşat Belger Ankara Hükûmetinin Lozan heyetinde tercüman, sağlık, matbuat ve istihbarat müşaviri idi (Nermin Çelik, Hekim Diplomat ve Siyasetçi Olarak Prof.Dr.Nihat Reşat Belger, 2005, s. 46; Rıfat N. Bali, Satvet Lüfti Tozan, 2018, s. 365). Paris’te İsmet Paşa’yı ilk gören ve ziyaret boyunca yanından ayrılmayan Dr. Nihat Reşat (Belger) Bey oldu. Ölüm yatağında Atatürk’ün başucunda bulunan Dr. Nihat Reşat Bey, İstiklal Savaşı yıllarında Paris’teydi. Savaş yıllarında Ankara’nın adeta yarı resmi temsilcisi gibi çalışmıştı. Kendisine çeşitli özel görevler de verilmişti. ..Mudanya Mütarekesi arifesinde de özel görevle Londra’ya yollanmıştı. İngiliz devlet adamları, siyasi partiler ileri gelenleri ile görüşmeler yapmıştı. Resmi sıfatı yoktu; ama kendisine Ankara Hükümetinin Londra Temsilcisi gözüyle bakanlar vardı. İsmet Paşa, Dr. Nihat Reşat Bey’den, İngiliz politikası hakkında bilgiler aldı; Paris’te onu, Ferit Bey’le birlikte yanında bulundurdu (Bilâl N. Şimşir, Lozan Günlüğü, 2012, s. 115). A.H.206, Ankara Hükûmeti heyetinin İstanbul delegesi olarak Londra Konferansı’na iştirak edip 24 Şubat 1921 tarihli celsede, Trakya’nın ve İzmir’in nüfus istatistikleri hakkında bir sunum da gerçekleştirmişti (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1995, c. 3, s. 420).
Lozan günlerinde İsviçre’de bulunan İsmet Paşa kuruluyla Ankara yönetimi ileri gelenleri ve özellikle Başbakan Hüseyin Rauf’la BMM Başkanı Mustafa Kemal arasında alınıp verilen ve Köstence üzerinden gönderilen gizli yazı ve telyazıları, yolda İngiliz istihbaratınca kesilerek içeriği öğreniliyordu. Bu yüzden, konferanstaki İngiliz delegeleri, özellikle Dışişleri Bakanı Lord Curzon, İsmet Paşa’ya Ankara’dan verilen yönergeleri çoğu kez önceden öğreniyor; İsmet Paşa’nın konferansta ne biçim bir yöntem izleyeceğini önceden saptayor, ona göre ölçem alıyordu. İngiliz istihbaratı, o günlerde BMM’nde yapılan gizli ve açık görüşmeleri de yakından izliyor; birçok gizli oturumlarda alınan kararları öğrenerek günü gününe İngiliz yönetimine duyuruyordu. BMM ve Ankara yönetiminin, İsmet Paşa kuruluna, Lozan’a hareket etmeden önce vermiş olduğu gizli yönergeler de İngiliz istihbaratının eline geçiyordu (Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 285-286).
Zaman Akışı: Taahhüt ve Batıcılaşma
4 Mayıs 1919. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın.. raporu.. “ya halife her iki işi birlikte yürütmeli ya da idarî görevlerini bir başkası almalı” dedikten sonra.. tek çözüm olarak ise Türkiye Sultanı’nı tahttan indirmek ve yeni Türk Cumhuriyetini kurmak olarak görüyor (F.O. 371/4178, No.34669, 4 Mayıs 1919 tarihli memorial; Aktaran: Ali Satan, Türk ve İngiliz Belgelerinde Halifeliğin Kaldırılması, 2013a, s. 74).
7 Temmuz 1919 gecesi. Mustafa Kemal, Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra: “-Amma bu defterin bu yaprağını kimseye göstermiyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu…” Dedi. Süreyya da, ben de: -Buna emin olabilirsiniz, Paşam.. Dedik. Paşa, bundan sonra: -Öyle ise önce tarih koy!. Dedi. Koydum: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce: -Pekâlâ.. yaz!. Diyerek devam etti: -Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. Üç: Tesettür kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, medenî milletler gibi şapka giyilecektir. Bu anda gayri ihtiyarî kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim. -Neden durakladın? Deyince: -Darılma amma Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var. Dedim, gülerek: -Bunu zaman tâyin eder. Sen yaz.. Dedi. Yazmaya devam ettim: -Beş: Lâtin hurufu kabul edilecek (Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Atatürk’le Beraber, 1997, c. 1, s. 130-131).
Refet Bele: Meselâ ilk günden itibaren Mustafa Kemal Paşa hazretleri memleketten düşmanın çıkartılıp defedilmesiyle beraber aynı zamanda bugünkü inkılâbı ortaya koymayı düşünmüş, takib etmiş ve bunun için muhtelif yollar aramıştı. Bunun karşısında ben bütün kuvveti düşmanın atılıp uzaklaştırılmasına yoğunlaştırmamızı, düşmanı kovduktan sonra vaziyete tamamen hakim olarak hainlerin ve fena idare edenlerin hakkından gelebileceğimizi, istediğimiz inkılâbı yapabileceğimizi düşündüm. Kimin haklı olduğunu bugün tartışmakta bile fayda yoktur (Tevhid-i Efkâr, 2 Mayıs 1924; Aktaran: Murat Bardakçı, Şahbaba, 2006, s. 148).
Padişah Başyaveri Ahmed Avni Paşa, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesini tertipleyen devlet ricali arasındaydı. Refet Paşa’nın yukarıdaki beyanatını iktibas ederek hatıratına şu cümleleri derc etmişti: Refet Paşa’nın düşüncelerimizi teyid eden, ortada ne kuvay-ı inzibatiye ve ne de fetvalar var iken makam-ı saltanat ve hilâfetin ilgası çokdan ve hiç yokdan takarrur etmiş olduğunu tasdik eyleyen işbu ifâdâtına birşey ilâve etmeye lüzum yokdur. Yalnız karanlık oda kararına muttali olmadığımız halde “Kuvay-ı milliyeden değil bilâhare tebdil-i şekl ve hedef ve mahiyet edeceğinden korkuyoruz” demekde dahi bizlerin haklı olduğumuzun kabulünü erbab-ı insaf ve mürüvvete terkederiz (Murat Bardakçı, Şahbaba, 2006, s. 633, sonnot 10). Avni Paşa: Kuvâ-yı Milliye güzel bir oluşumdur. Ben Kuvâ-yı Milliye’nin teşkilatından korkmuyorum. Fakat daha sonra şekil, hedef ve mahiyet değiştirmesinden ürküyorum. İzmir ile Edirne ile kalsa cana minnet (Osman Öndeş, Vahdeddin’in Sırdaşı Avni Paşa Anlatıyor, 2012, s. 324).
Mustafa Kemal’in “manevi” kızı Afet İnan, Ocak 1920 tarihine ilişkin mühim bir vak’adan bahseder: Bir gün kendisine İstanbul’dan telgrafla şöyle bir haber gelmişti: Bir Heyet-i Âliyye -buna Heyet-i Nasiha dahi denebilir- kendisiyle görüşmek için İstanbul’dan Ankara’ya gönderilmiştir. Mustafa Kemal bu heyetin iyi karşılanması için gereken bütün tertibatı aldırdı; bu arada Geyve Boğazı’ndaki kumandana, heyetin sıkıntı çekmeden Ankara’ya ulaştırılmasını emretti. Heyeti teşkil edenler arasında çok kıymetli tanınmış mebusların bulunduğu ayrıca bildirilmişti. (..) İlk gelenler arasında İstanbul’da tanınmış bir hukukçu da vardı. Mustafa Kemal bunlarla daha ilk konuşma neticesinde anladı ki bu heyet kendisine karşı ve kendisini güya yola getirmek için gönderilmiş bir “Heyet-i Nasiha” idi. İstanbul’dan bu heyeti gönderenlerin fikrine göre Mustafa Kemal Osmanlı İmparatorluğu aleyhinde, Osmanlı padişahı aleyhinde, Hilafet-i Celile-i İslamiye aleyhinde uygunsuz birtakım hareketlerde bulunmaktadır. Bu hareketlerin düzeltilmesi devlet, millet ve memleket için lazım ve hayırlıdır. İşte Heyet-i Nasiha bu görev ile ve kutsal bir görev yapmış oldukları kanaatiyle Ankara’ya gelmiştir. Heyet üyeleri kendilerine verilen memuriyeti layıkıyla yerine getirecekleri kuruntusunu taşıyorlardı (Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 2009, s. 112-113; Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, t.y., s. 126).
8 Temmuz 1919 gecesi. Mustafa Kemal, Sultan Vahideddin’in İngiliz tazyikine daha fazla maruz kalmaması saikiyle askerlik mesleğinden istifa ettiğini arz eden “Kulları Mustafa Kemal” imzalı telgrafını Padişah’a gönderdi: Yüce saltanat ve hilafet makamının ve soylu milletinizin hayatımın son noktasına kadar daima koruyucusu ve sadık bir ferdi gibi kalacağımı tam bir bağlılıkla arz ve temin eylerim (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 2003, Cilt 3, s. 159).

11 Ağustos 1919. İngilizlerin özel görevli Erzurum kaymakamı yarbay Rawlinson’un Londra’ya gönderdiği muhtıra: Konferansın son günü Erzurum’dan ayrılmadan önce Mustafa Kemâl’le iki saati geçen bir konuşma yaptım. Bana konferansın İstanbul yönetimini tanımadığını ve (Ulusal) Akım’ın gerçekte ihtilâlci olduğunu itiraf etti (Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki Eylemleri, 1995, s. 30). 30 Ağustos’ta Lord Curzon’la görüşen Rawlinson, Dışişleri Bakanlığı’na teslim ettiği raporlarda “müstakbel bir büyük Müslüman Cumhuriyeti ihtimali”ni kaydetmişti [Alfred Rawlinson, Ortadoğu Hatıraları (1918-1922), 2016, s. 294-295].
30 Ağustos 1919. Anadolu’daki vazifesinden Londra’ya dönmüş olan ve ilgili makamlara bizzat rapor vermeye başlayan Rawlinson: Dışişleri Bakanlığı’nda Lord Curzon’a rapor vermek talimatını aldım. Ertesi gün Lord’u şahsen görmek şerefine nail oldum. Hatırasını gayet canlı olarak muhafaza ettiğim bu mülakatta, tabiatıyla durumun siyasi veçhesi ve bilhassa Mustafa Kemal’in şahsiyeti, nüfuz ve emelleri, Sultan’ın Hükümeti’ne ve İstanbul Partisi’ne karşı muvaffakiyetli bir ihtilal hareketini teşkilatlandırıp, teşkilatlandıramayacağı, bu ihtilal başarı ile sona erdiği takdirde nihai hedef ve gayelerinin ne olacağı başlıca konuları teşkil etmişti [Alfred Rawlinson, Ortadoğu Hatıraları (1918-1922), 2016, s. 294].
16 Ekim 1919. Sivas Kongresi’ni bizzat takib eden tek ecnebî gazeteci olan Amerikalı istihbaratçı L. E. Browne’nin Chicago Daily News gazetesine verdiği beyanata göre Sivas Kongresi reisi Mustafa Kemal, Amerikan Manda Heyeti Reisi Mareşal Harbord’a demiştir ki: Birleşik Devletlerden Türkiye’ye yardım etmesini istiyoruz. Birleşik Devletlerden Türk İmparatorluğu’nda eğitimin, dini öğretimden ayrıldığı okullarda Amerikan eğitim sistemini kurmasını istiyoruz, imparatorluktaki 6 ile 16 yaşlar arasındaki her kız ve erkek için zorunlu eğitim istiyoruz. Amerikan okulları ve üniversitelerinde eğitim görmek üzere, beş bin tane seçilmiş kız ve erkek öğrenci göndermek istiyoruz. Halkın çoğunluğunun rızasıyla demokratik bir yönetim kurmayı arzu ediyoruz, Sultan’ın ise, sadece manevi unvanı olmalı. Bu reformları etkin kılmak için yabancı yardımına ihtiyacımız var, fakat Birleşik Devletler’in dışında, hiç bir milletin yardımını kabul etmeyeceğiz. Yatırımcılar için ziyadesiyle doyurucu olacak, karayolları ve sanayimizi kuracak ABD sermayesini istiyoruz. Neticede, Amerika’nın Türkiye’ye yardımı, Birleşik Devletlere tek bir dolara mal olmayacak, aksine Amerika imtiyazlarla ve sanayinin gelişmesiyle milyarlarca gelir elde edecek (Cemal Güven, Milli Mücadele’de Mustafa Kemal Paşa’nın Yabancılarla Temas ve Görüşmeleri, 2012, s. 89, dipnot 309).
24 Nisan 1920. Mustafa Kemal, Padişah ve devlet ricali tarafından milletin, devletin, hılâfet-saltanat makamının istiklâlini temin ve muhafaza için hususî vazifeyle Anadolu’ya gönderilmiş olduğunu mebuslara beyan etti: Ecnebi kuvvetlerinin işgali altında inliyen Payitahtımızda kan ağlıyan bilûmum erbabı hamiyet, münevveranı millet ve din ve Devlete hizmetleri mesbuk zevatı âliye Makamı Hilâfet ve Saltanatın, İstiklâli Millînin bu baternâk vaziyetten kurtarılması ancak vicdanı millîden doğan birliğin azim ve iradesine müftekar bulunduğuna iman getirdiler. Fakat İstanbul’un tahtı tazyik ve muhasarada bulunan muhitinde icabatı hamiyyeti ifaya maddeten imkân kalmamıştır. İşte bu sırada idi ki, Anadolu’ya mülki ve askerî hususatla muvazzaf olmak üzere ordu müfettişliğine tâyin edildim, bu teveccühü din ve millete hizmet etmek için en büyük bir mazhariyeti ilâhiye addeyledim. Vicdanı millînin iradei aliyesine tâbi olarak milleti, müstakil vatanımızı mâsun görünceye kadar çalışmak ahdiyle 16 Mayıs 1335 günü Dersaadet’i terk eyledim. Samsun’da işe başladım (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 1, s. 8-9).
Mustafa Kemal, düşmanların emellerine karşın hılâfet ve saltanatı koruyacağını ve Ankara’da paralel bir hükûmet kurulmadığını belirtti: Mücahedatımızın birinci gayesi ise Saltanat ve Hilâfet makamlarının tefrikını istihdaf eden düşmanlarımıza iradei milliyenin buna müsaidolmadığını göstermek ve bu makamatı mukaddeseyi esareti ecnebiyeden tahlis ederek ulülemrin salâhiyetini düşmanın tehdit ve ikrahından âzade kılmaktır. ..Anadolu’da muvakkat kaydiyle dahi olsa bir Hükümet Reisi tanımak veya bir Padişah kaymakamı ihdas etmek hiçbir suretle kabili cevaz değildir (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 1, s. 31).
Bir başka örnek: Başkumandan Mustafa Kemal, Sakarya Meydan Muharebesi ile Büyük Taarruz arasındaki zamanda, İslam tarihi okumaktadır. Her vesile ile rastladığı kimselere bu tarihten sualler sormakta ve kamuoyunu hazırlamaktadır. Büyük Taarruz neticesinde askeri zafer tamamlanmış ve ülke düşman kuşatmasından kurtarılmıştır. Büyük Millet Meclisi’nde, 1 Kasım 1922’de çok önemli bir mesele üzerinde çetin müzakereler cereyan etmektedir. Çünkü zafer kazanan Büyük Millet Meclisi Hükümeti yanında, ihaneti sabit olan İstanbul Hükümeti de, Barış Konferansı’na çağrılıyor. Atatürk karar veriyor: “Saltanat hilafetten ayrılacak. Bu suretle, Osmanlı hanedanından devlet reisi olan zat, yalnız din reisi yani halife olarak kalacak.” Gazi Mustafa Kemal’in savaş esnasında okuduğu İslam tarihinin manası şimdi anlaşılacaktır (Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 2009, s. 133). İlginçtir, 23 Şubat 1921 tarihli Londra Konferansı celsesinde hem İstanbul Hükûmeti hem Ankara heyeti İngiltere’nin davetlisiydiler ve saltanatın çift başlılık bahanesiyle ilga edildiği dönemde olduğu gibi sadrazamlık makamında yine Tevfik Paşa var idi. Sadrazam Tevfik Paşa Türkiye’nin tek ve gerçek temsilcilerinin Ankara delegeleri olduğunu söyleyerek sözü Bekir Sami Bey’e, Ankara heyetine bırakmıştı (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, c. 3, s. 419). Sultan Vahideddin, Anadolu’ya intikal etmek ve ordunun başına geçmek istediğini zikrettiği vakit Sadrazam Tevfik Paşa’dan büyük bir muhalefet görmüştü: Böyle bir avantüre giremezsiniz (Murat Bardakçı, Şahbaba, 2006, s. 420). Müttefiklerin 23 Mart 1922 tarihli mütareke teklifine “Padişah Hükümeti”, Ankara ile uyumlu olarak “ateşkes meselesinin ordunun, yani Milliyetçilerin kararına bırakılması gerektiği” cevabını vermişti [Ali Satan, İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye (1922), 2011, s. 35]. Nitekim Ekim-Kasım 1922’deki muhaberatta Tevfik Paşa yine birlik halinde konferansa iştirak edilmesini belirtiyor lâkin telgrafları Mustafa Kemal’e nedense ulaşmıyordu: Mustafa Kemal, Tevfik Paşa’ya telgrafında, 17 Ekim tarihli telgrafa verdiği cevabın Tevfik Paşa’nın eline geçmeyişinden üzüldüğünü, bu konuda tahkikat yapmak gerektiğini bildirdi. Tevfik Paşa, adı geçen telgrafında konferansa birlik halinde gidilmesini önermiş, buna cevap alamayınca istifa ettiği 4 Kasım’da Mustafa Kemal’e gönderdiği telgrafta, 17 Ekim’de ve daha sonra gönderdiği telgraflara cevap alamadığından yakınarak durumun açıklanmasını istemişti. TBMM, Tevfik Paşa’nın Lozan Konferansı’na İstanbul Hükümeti’nin de katılması isteğine Padişahlığı kaldırarak cevap vermişti (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1996, c. 4, s. 810).
3 Kasım 1920. Senato eski Başkanı ve İkinci Meşrutiyet’in ünlü adlarından Ahmet Rıza Bey, Paris’ten İsviçre’de bulunan Cavit Bey’e yazdığı mektupta, Fransız gazetesi Le Temps’da Kuvayı Milliye’nin Hilafet ve Saltanatı kaldırmak düşüncesinde olduğunun yer aldığını belirtti (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 1996, c. 4, s. 269).
20 Kasım 1920. İngiliz istihbaratı subayı J. A. C. Tilley’den Britanya Hariciye Nezaretine muhtıra: Büyük Britanya, güçlü ve müstakil bir Türkiye’ye “laik” destek politikasını sürdürürse, Türk milliyetçiliği Kızılların işbirliğini reddedecektir (Bilâl N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, 1975, c. 3, s. 428).
25 Kasım 1920. Britanya Harbiye Nezaretinden Hariciye Nezaretine gönderilen muhtırada, askerî istihbaratın temin etti bilgiye dayanılarak Mustafa Kemal’in Babıali’ye 5 şart koştuğu ve bunların içinde halifeliği saltanattan ayırma şartının yer aldığı belirtildi (Ali Satan, Türk ve İngiliz Belgelerinde Halifeliğin Kaldırılması, 2013a, s. 158).
6 Aralık 1920. Britanya Gizli İstihbarat Dairesinin Hariciye Nezaretine muhtırası: İngiltere, Mustafa Kemal ile bir anlaşmaya varırsa, Yunanistan’dan elde edeceğinden çok daha fazla avantaj kazanır. (..) Kısaca, Bir anlaşma yapılıp Mustafa Kemal’e ve Hükümetine iktidar garanti edilirse, onun maddesi İngiltere’nin elinde kalacaktır (Cengiz Yazoğlu, Osmanlı’nın Tasfiyesi, 2016, c. 2, s. 483).
6 Mart 1922. Mustafa Kemal, “dahili” ve “zahiri” olmak üzere iki cephenin varlığına dikkati çekti ve “başta en zelil düşman İngiliz”in iç cepheyi içeriden yıkmaya çalıştığını belirtti: Heyeti Celileniz bütün dünyaya karşı ne kadar çok mütesanit ve vahdet halinde bu arzuyu milliyi tecelli eettirirse hiç şüphe etmemeliyiz ki düşmanlarımızın savletlerine karşı çok kuvvetli ve en kuvvetli vasitai müdafaaya malik bulunmuş oluruz. Efendiler; yine milletin müsellah evlatlarından mürekkep olup düşman karşısında mütehaşşit bulunan ordumuzdur. Efendiler; bu kuvvetlerle düşmana karşı mutasavver olan cepheler cümlenizce malumdur ki ikiye ayrılabilir. Herkesin malumu olduğu bir tabirle arz edeyim dahili cephe, zahiri cephe.. Dahili cephe aslolan cephe bütün memleketin aynı fikir ve kanaatte olarak yekvücut olarak tesis etemiş oldukları cephedir. Zahiri cephe doğrudan doğruya ordumuzun düşman karşısında göstermiş olduğu cepheden ibarettir. Bu zahiri cephe, ordu cephesinin tezelzül etmesi, tebeddül etmesi, mağlup olması, çözülmesi hiç bir vakitte bir milleti ve bir memleketi mahvedemez. Bunun hiç bir ehemmiyeti yoktur. Asıl haizi ehemmiyet olan ve asıl memleketi temelinden yıkan ve halkını esir eden dahili cephenin sukutudur, işte bu hakikate bizden ziyade vakıf olan düşmanlarımız ki başta en zelil düşman olan İngiliz, asıl bu cepheyi yıkmak için iki üç seneden beri ve asırlardan beri sarfı mesai etmektedir. (Kahrolsun sesleri) Malumu Aliniz bizim eski Osmanlı tabirimizce “Kale içinden yıkılır” işte düşmanlarımız bizi içimizden yıkmağa çalışıyorlar. Düşmanlarımızın bizce malûm olabilen, malum olamıyan daha çoktur şüphesiz – malum olabilen zehirli teşebbüsleri hakikaten korkunçtur (T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, Cilt 3, s. 7).
10 Mayıs 1922. Britanya’nın Hindistan sömürge valiliğini Lord Ampthill namıyla vekâleten tavzif etmiş olan Oliver Villiers Russell’a (ayrıca bir masondu) göre Kemalistler, Çabukça o kadar Yahudi istilasına uğramış hale gelmişlerdir ki kendileri kasten halifeliği ve sultanı devirmeye koyulmuşlardır [Ebru Boyar, Türk-İngiliz İlişkilerinde Prestij Faktörü (1923-1938), 2014, s. 1165].
20 Temmuz 1922. Mustafa Kemal, başkumandanlık yetkisinin süresiz olarak uzatılması kararını çıkarttırabilmek için meclis konuşmasıyla hılâfete ve saltanata atıfta bulundu ve istiklâlden sonra ise istifa edeceğini taahhüt etti: O gün kıymetli İzmir’imiz, güzel Bursa’mız, makarrı Hilâfet ve Saltanat olan İstanbul’umuz, Trakya’mız Anavatana iltihak etmiş olacaktır. (İnşallah sadaları) Efendiler; Makamı Riyasetinizde bulunmakla mübahi olan âcizleri o gün iki kere mesudolacağım. İkinci saadetimi temin edecek olan husus, benim bundan üç sene evvel dâvayı mukaddesemize başladığımız gün bulunduğum mevkie rücu edebilmekliğim imkânı olacaktır. (Alkışlar) Hakikaten sînei millette serbest bir ferdi millet olmak kadar dünyada bahtiyarlık yoktur. Vâkıfı hakayik olan, kalb ve vicdanında mânevi ve mukaddes hazlardan başka zevk taşımıyan insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamatın hiçbir kıymeti yoktur. Sözlerime hitam verirken mevzuu müzakere edilecek kanunda bu salâhiyetin merfu olmasını nazarı dikkatte bulundurmanızı rica ederim. (Şiddetli ve sürekli alkışlar) (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 21, s. 431).
31 Ağustos 1922. Britanya Müstemlekat Nezareti (Sömürgeler Bakanlığı), Hariciye Nezaretine gönderdiği muhtırada hilâfetin dünyevî ve ruhanî etkilerinin birbirinden ayrılmasının zorluğunu belirtti.
7 Eylül 1922. Britanya Müstemlekat Nezareti, Hariciye Nezaretine gönderdiği muhtırada, Osmanlı Halifesi’nin hiçbir hükümranlık hakkını tanımaya yanaşmıyor ve Halife’nin Türkiye’den ayrılmasını İngiltere çıkarlarına en uygun çözüm görüyordu (Ali Satan, Türk-İngiliz Belgelerinde Halifeliğin Kaldırılması, 2013a, s. 69).
Ekim 1922. İngiliz Genelkurmayı’nın “İtilaf Devletleri ile Türkiye Arasında Yeni Antlaşma Önerisi Üzerine Bir Muhtıra”sı: ilişkilerimiz dostane olduğu sürece, askeri açıdan onları güçlendirmek Majestelerinin Hükümetinin yararına olacaktır (Dimitri Michalopoulos, “Yüzyıllık Düğüm: Musul Vilayeti” içinde Mütarekeden Sonra Musul’a Bir Bakış, 2020, s. 113).
1 Kasım 1922. Doktor Rıza Nur ve rüfekasının kanun teklifi tashih ve tadil edilerek mecliste onaylandı ve saltanat ilga edildi (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 24, s. 314).
2 Kasım 1922. Mustafa Kemal: Hılâfeti muhâfaza edeceğiz. Şu şartla ki Büyük Millet Meclisi ve millet Halîfenin istinâd edeceği bir mesned ve kuvvet olacaktır (Renin 2 Teşrîn-i sânî 1338-1922).
20 Kasım 1922. Lozan müzakerelerinin ilk safhası başladı (Bilâl N. Şimşir, Lozan Günlüğü, 2012, s. 145).
7 Aralık 1922. Lozan müzakerelerinin ilk safhasının Ouchy’deki celsesinde Fransız mümessil Mösyö Bargeton yabancıların kişisel durumuna ilişkin sorunların hangi mahkemelerde çözümleneceğini sordu. Türkiye’de bu sorunlar için ancak dinsel mahkemeler [Şeriat mahkemeleri] vardır ve kişisel durumla ilgili kanunların Şeriat mahkemelerince yorumlanması olur şey değildir dedi (Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı, 2001, c. 3, s. 85).
14 Aralık 1922. İngiliz mümessil Mösyö Ryan: Türk kanunlarından birtakımının (Ceza Kanunu, Ceza Yargılama Usulü Kanunu) Avrupa kanunlarını örnek almış oldukları doğrudur; fakat Yurttaşlar Kanunu [Medenî Kanun] İslâm’a dayanan bir kanundur.
İtalyan mümessil Mösyö Galli M. Ryan’ın çok güzel açıkladığı görüşlere birkaç noktayı eklemek istemektedir. Osmanlı Anayasanın bir maddesi, kanunların her zaman dinsel hukuka [ahkâm-ı fıkhiye] uygun olması zorunluluğunu öngörmektedir; bu yüzden, Karma Mahkemelerde bile, Şeriat ilkelerine dayanan Yurttaşlar Kanunu [Medenî Kanun] öne sürülmekteydi. Müttefiklerin, Türkiye’ye bulunmağa hazır oldukları çok büyük ödünler [tâvizler] karşısında, Türkiye’nin de kendi açısından bir şeyler yapması zorunlu görünmektedir (Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı, 2001, c. 3, s. 106).
22 Aralık 1922. Bu celsede İngiliz mümessil Mösyö Ryan Türk mahkemelerinin lâik bir Bakanlığa bağlanmalarına rağmen, dinsel niteliklerini yitirmemiş olduklarını belirtti (Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı, 2001, c. 2, s. 106).
30 Aralık 1922. Bu celsede Türk Temsilci Heyeti, ..iki teklifte bulunmaktadır: Önce, bir geçici dönem olacak.. ikinci bir aşamada, tümüyle lâik çağdaş ilkelere dayanan yeni yasalar, din ayırımı yapmaksızın herkese uygulanacaktır. Doktor Rıza Nur, hükümetin, salt dünya işleri niteliğinde bir temele dayanan yeni yasalar çıkarma niyetinde olduğunu hatırlattı (Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı, 2001, c. 2, s. 231).
16/17 Ocak 1923. İzmit Kasrı’nda gazetecilere verdiği mülakatında Mustafa Kemal, Lozan’da verilen İslâm Şeriatı’nın kaldırılması taahhüdüne dair şunları teklim etmiştir: ..Adlî kapitülasyonları lağvettirmek hususunda müşkilât çekiyoruz. Herifler diyorlar ki; sizin yapacağınız kanûnlar fıkıh kitabı vs. dir. Bugün Lozan konferansında ve cihanda Yeni Türkiye’nin bir kredisi varsa o da şekl-i sabıkı ilgâdan, imhâdan neş’et etmektedir [Mustafa Kemal, Eskişehir-İzmit Konuşmaları (1923), 1993, s. 162].
Siirt mebusu Mahmut (Soydan) Gazi ve inkılâp nam makalesinde Mustafa Kemal’in şu cümlelerini nakleder: Lozanda hâlâ müşkülat çekiyoruz. Orada diyorlar ki, “sizin yapacağınız kanunlar, yine Fıkıhtan, kurandan istimbatı ahkâm edecek.” Eğer bugün Lozan konferansında ve dünyada yeni Türkiye’nin bir kredisi varsa o da eski şekli ilga etmemizden doğmakttdır (Milliyet, 20 Kânunuevel 1929, s. 1).
Mustafa Kemal’in yarı resmî gazetecisi Yunus Nadi 2 Ocak tarihli başmakalesinde şu cümleyi derc etti: Lozan’da kapitülâsyonlar belâsından kurtulabilmek için asrın ihtiyacına cevap verecek hukuk esasatını kabul ve tatbik edeceğimize dair söz vermek mecburiyetinde kalmış idik (Cumhuriyet, 2 Kânunusani 1931, s. 4).
Mustafa Kemal: Garbî Trakya’nın bize geçmesi kuvvet midir? Zaaf mıdır? Bunu düşünmek icab eder. Benim nokta-i nazarıma göre zaaftır. (..) Meselenin hakiki olarak çare-i halli burasını Yunanistan’a bırakmaktır [Mustafa Kemal, Eskişehir-İzmit Konuşmaları (1923), 1993, s. 90].
Mustafa Kemal: Efendiler! Hilâfet milletimize bir başbelâsıdır. Osmanlı Padişahlığı Hilâfeti almadan evvel Osmanlı devrinin en parlak safhasını yapmıştır. Fakat bu Hilâfet mevki’ini aldıktan birkaç sene sonra sukuta başlamıştır, menfaat göstermemiştir. Osmanlı Serdarları, Hükûmdarları, Padişahları, Hilâfetten mücerret bulundukları zaman en büyük şaşâ’ayı ve satveti göstermiştir. Yani Hilâfet hiçbir şey kazandırmamıştır. Birçok musibetler getirmiştir [Mustafa Kemal, Eskişehir-İzmit Konuşmaları (1923), 1993, s. 142].
17 Ocak 1923. Amerikan Fevkalâde Komiseri Amiral Bristol, Ankara Hükûmeti’nin Lozan başmüzakerecisi İsmet Paşa’ya; Medenî, ticarî ve ceza kanunlarının yeniden düzenlenmesi, bu kanunlardan şeriat hukukuna ilişkin izlerin atılması gereğini belirtti (John Grew, Atatürk ve İnönü, 2000, s. 40).
4 Şubat 1923. Lozan müzakereleri kesintiye uğradı ve böylece ilk safha tamamlandı (Bilâl N. Şimşir, Lozan Günlüğü, 2012, s. 407).
13 Şubat 1923. Hariciye eski nazırı ve Liberal Fırka milletvekili Falladon Vikontu Grey, Japonya’nın da 30 yıl kadar önce Türkiye gibi yabancı imtiyazları kaldırmak istediğini, fakat yabancı güçlerle meseleyi etraflıca tartışıp hukuk sistemini yeniden kurunca bu imtiyazları kaldırdığını belirtti. Türkiye’nin ise işin başında olduğunu söyleyerek Türkler’in sermayeye güven vermesi ve Türkiye’ye çekmesi için bir müddet daha yabancılara adalet garantisi vermesi gerektiğini beyan etti.
Hariciye Nazırı Lord Curzon ise Lozan’daki öncelikli hedeflerinin yıllarca süren ve Yunanistan gibi küçük bir ülkenin kaynaklarının büyük bir bölümünü tüketen Türk-Yunan Savaşı’nın sona erdirilip barış yapmalarını sağlamak olduğunu; ikinci amaçlarının daha çok yapısal nitelikte olduğunu ve bu aşamada Türkiye’ye sağlam ve istikrarlı bir devlet olarak yeniden yapılanması için bir fırsat verilmesi gerektiğini; üçüncü amaçlarının ise eğer Türkler milletler arasındaki yerini tekrar almak istiyorsa bunu yalnızca Batı ile irtibat kurarak ve işbirliği yaparak elde edebileceklerini kabul ettirmek olduğunu belirtti: “Eğer Türkiye başkenti Ankara olan, Küçük Asya dışında herhangi bir bölgeye sahip olmayan bir ülke olarak kalsaydı, kendi geleceğini diğer Asya kralları ile çevrili bir Asya devleti olarak tayin etmesine birşey demezdik. Fakat bu olmadığı ve Avrupa’ya dönüşü kabul edildiği için kendilerine her zaman demişimdir ki ‘Ey Türkler. Şimdi tekrar geri dönünüz. Geleceğinizi Moskova, İran veya Afganistan’da aramanızın sizin için iyi olmadığını göremiyor musunuz? Artık gözünüzü Avrupa’ya çevirmiş durumdasınız.’ Türkler’e devamlı Büyük Peter’i örnek göstererek, Avrupa’ya geri döndüklerine göre Batı idare ve hükümet standartlarını özümsemek zorunda olduklarını, ancak bu takdirde Avrupa’nın kendilerine yardım edebileceğini söyledim” (Mustafa Çufalı, Lozan Konferansı ve Antlaşması Üzerine İngiliz Parlamentosu’nda Yapılan Tartışmalar, 2000, s. 582-585).
18 Şubat 1923. İstanbul’daki İngiliz İşgâl Kuvvetleri Kumandanı Mareşal Harington’un Hariciye Nezaretine mahrem muhtırası: Japon Büyükelçisi beni şimdi görmeye geldi. Bana anlattığına göre, bu anda Mustafa Kemal, BMM’nde hâlâ milletvekillerinin çoğunluğunca desteklenmektedir. Mustafa Kemal ve İsmet Paşa gerçekten barış dileyorlar; ama Sovyet Rusya elçisi Aralov, barış olanaklarını ortadan kaldırmak için ılımlı milletvekillerini satın almada çok para harcıyor. Mustafa Kemal’e karşı olan muhalefet gittikçe büyümekle birlikte, Kemal, durumundan emin bulunuyor. Sorun ertelenmeden şimdi çözüme bağlanırsa, Mustafa Kemal çoğunluk sağlayabilir. Japon Büyükelçisinin Ankara’dan sağladığı bilgi çoğu kez mevsuktur (Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 292).
26 Şubat 1923. Britanya’nın Bükreş temsilcisi Sör H. Dering’in Hariciye Nazırı Lord Curzon’a gönderdiği şifreli telgraf: Mustafa Kemal Mecliste barıştan yana çoğunluğu sağlamak için ılımlı partinin büyük bir bölüğünü kazanmaya çalışacaktır. Bunda başarı sağlayamazsa Ankara’da kendisine sadık 30.000 kişilik bir ordu vardır; BMM’ni dağıtacak ve bu ordunun yardımıyla barıştan yana karar alacaktır. (..) BMM’de barıştan yana olan ve 110 milletvekili bulunan Hak Partisi, Mustafa Kemalle İsmet Paşa’dan yanadır. Yabancı yargıçların atanmaları konusu dışında (ki onların Türk yönetimince atanmasını talep ediyorlar) Lozan’da yapılan tüm önerileri kabule hazırlardırlar (Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 294-295).
27 Şubat 1923. Daha evvelki muhtıralarında “domuz-kafalı”, “ahmak”, “sefil”, “vahşi”, “budala”, “zavallı” demek suretiyle Türklere galiz lisanla hakaret eden Lozan’daki İngiliz ikinci murahhası Horace Rumbold, Mustafa Kemal’i ise ilginç bir biçimde övmektedir: Gerçekten bir devlet adamı olan Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi’ni ılımlı davranmaya etkileyecek ve Lozan görüşmelerine yeniden başlanacaktır [Salâhi R. Sonyel, İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’un Türk Ulusal Akımı’na Karşı Tutumu (1920-1923), 1994, s. 176-177].
28 Şubat 1923. İngiliz gizli istihbarat raporu, “oldukça güvenilir bir ajanın İstanbul’a dönen İsmet Paşa’nın yaveri Atıf Bey’le yaptığı görüşme sonunda sağladığı 19.2.1923 tarihli bilgiye” dayanarak, İsmet Paşa’nın büsbütün barıştan yana olduğunu ve Ankara’ya dönünce, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un öne sürmüş olduğu geniş öneriler çerçevesinde bir barış yapılmasına BMM’ni inandırmaya çalışacağını bildirdi (Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 292).
7 Mart 1923. 1106 numaralı İngiliz istihbaratı mahrem muhtırasına göre Ankara Hükûmetinin Lozan heyeti birinci delegesi İsmet Paşa ile ikinci delegesi Dr. Rıza Nur ciddî derecede ihtilaflı idiler (Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 293-294).
13 Mart 1923. Lozan’daki İngiliz ikinci murahhası Horace Rumbold’dan Londra’daki Hariciye Nazırı Lord Curzon’a muhtıra: Mustafa Kemal, barışın gerekli olduğuna karar vermiştir ve barış sağlanırsa, Türkiye’yi geliştirme ve devrim planlarını uygulamakla uğraşacaktır (Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 301).
15 Mart 1923. İngiliz Gizli İstihbarat Dairesinin 1111 numaralı mahrem muhtırasına göre; Mustafa Kemal, “devletin gelirini kemiren bir il” olduğu gerekçesiyle vatan toprağı Musul’dan vazgeçtiğini belirtmiştir: 1923 yılı Mart başlarında, Türk istihbarat dairesi şefi ve Mustafa Kemal’in kurmayına mensup olan Ethem Hidayet, güvenilir bir İngiliz ajanıyla görüşürken, Mustafa Kemal’in son günlerde, Musul sorununda inatçı bir tutum izleyen kimi milletvekillerine, Musul’un Türkler için hiç yararlı olmıyacağını; aksine, hiç bir karşılık vermeden devletin gelirini kemiren bir il olduğunu; askeri güce başvurarak Musul’u almaktan hiçbir kazanç sağlanamıyacağını; ama üç dört yıl içinde yalnız Musul değil, tüm Irak, Basra, Arabistan, Suriye ve belki İslâm ülkelerinin Türk hegemonyasına girebileceklerini; bunun İslâm Birliği projesi yoluyla yapılacağını ve bu projenin başarı şansının büyük olduğunu söylediğini bildirmiş. Mustafa Kemal’e göre, 10 yıl veya daha az bir süre içinde, söz konusu bölgelerde tek bir İngiliz veya Fransız askeri kalmayacaktır (Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 301).
20-23 Mart 1923. Mustafa Kemal, Konya gezisi sırasında gazetecisi İsmail Habib’e (Sevük) şöyle dedi: Bırak be çocuğum.. baksana ne propagandalar yapıyorlar; seyahatte alınmış fotoğraflarımızı büyülterek karısını açık gezdiriyor diye en ücra yerlere kadar dağıtmışlar. Herşeyden evvel kız gibi bir meclis yapalım da ondan sonra istediğiniz gibi yazınız. (..) kendi kendini tecdidi intihaba karar verecek! Şimdilik bunu kimseye söylemeyeceksin ha! (İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, 1981, s. 53).
27 Mart 1923. Lozan müzakerelerinde şekillenen “sulh” şartlarına şiddetle muhalefet etmiş olan Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey öldürüldü.
Meclis, Karaağaç ve Dimetoka’nın Türkiye’ye verilmesini; Yunanistan’ın savaş tazminatı ödemesini; Musul sorununun ivedilikle çözümlenmesini; ekonomik ve mali konuların ileride görüşülmek üzere antlaşma dışında bırakılmalarını ve Türk görüşünün kabulünü talep ediyordu (Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngilizlerin Eline Geçen Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Tutanakları, 1981, s. 297).
1 Nisan 1923. Birinci Meclis “intihabatın yeniden icrası” şeklinde resmen feshedildi (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 28, s. 294).
Cavid Bey’in 1 Nisan 1923 tarihli günlüğü: Osman Ağa hâdisesi ve hâdise-i fesh yekdiğerini ta’kîb etti. İkincisi birincisi ile açılan çıkmaz yoldan kurtulmak için yahut bu meclisin tasdik etmeyecek zannedilen sulhu yeni gelecek meclise tasdik ettirmek için tevlid edilmiş olacak (Cavid Bey, Meşrutiyet Ruznâmesi, 2015, c. IV, s. 518).
23 Nisan 1923. Lozan müzakerelerinin ikinci safhası açıldı (Bilâl N. Şimşir, Lozan Günlüğü, 2012, s. 471). Lozan müzakereleri ikinci safhasındaki İngiliz başmurahhası Rumbold’un muhtırası: İsmet, barışı -hem de en erken vakitte- sağlamak kaygısı içindedir [Salâhi R. Sonyel, İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’un Türk Ulusal Akımı’na Karşı Tutumu (1920-1923), 1994, s. 181].
5 Mayıs 1923. Rumbold’un muhtırası: İsmet’in bu kaygısı, başarımız için en iyi güvencedir (Sonyel, 1994, s. 181).
Yunan Başvekil Venizelos’un belirttiğine göre Ankara Hükûmetinin Lozan başmurahhası İsmet Paşa’nın “Garbî Trakya Türkiye’ye takdim edilse bile” kabul etmeyeceklerini ve Adaların ise “bilâ müzakere” Yunana aid olduğunu beyan etmiş idi (Cumhuriyet, 12 Şubat 1930, s. 3).
Müttefikler, Lozan Andlaşmasını imzalayan Kemalistlerin taahhütleri yerine getirirken yönetimden devrilip devrilmeyeceğini müşahede etmiştir. İsmet İnönü: Lozan Muahedesini imza edip geldik. Ondan sonra Avrupa’da müahedenin tasdik edilmesi meselesinde şiddetli münakaşalar ve mücadeleler başladı. Muahedeyi bir sene sonra tasdik ettiler. Bu müddet zarfında bizim durumumuzu yakından takip ettiler (..) Müttefikler başka bir şeye de güveniyorlardı: Yeni Türkiye, yeni bir devletin büyük reformları içinde idi. Bu reformları Türkiye bünyesinin ne kadar hazmedeceği meçhul idi (..) Lozan Muahedesinin tasdiki de bir yıl geç oldu. Ümitleri bu Muahedenin tatbik edilemeyeceğinde idi (İlhan Turan, İsmet İnönü: Lozan Barış Konferansı, 2010, s. 234, 259-260).
İsmet İnönü, Lozan’da daha ziyade Müttefiklerin lehine karar alındığını belirtti: Toprak meselelerinin hepsi halledildi. Bu meselelerde kendi zararımıza ve müttefiklerin lehine kararlar aldık. Ekalliytler meselesini müttefiklerin dilediği gibi hallettik. Boğazların serbestliğini kabul ettik. İktisadi meselelerde âdil meşru olan her şeyi kabul ettik. Biz namuslu borçlularız. Düyunuumumiye idaresinin faaliyetinin devamına razı olduk. İktisadi ve mali meselelerden çoğunu müttefiklerin lehine hallettik (Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, 1943, s. 211).
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) parlamentosu Lozan Andlaşmasını tasdik etmemiştir binaenaleyh örneğin adlî kapitülasyonlar ABD için devam etmiştir. İsmet İnönü: Birleşik Amerika imza ettiğimiz Lozan Muahedesini senatoda tasdik etmemiştir ve muahede meriyete girmemiştir. Sebep adlî kapitülasyonların ilgası maddesini kabul etmemeleridir. Sonra zaman ile bu meseleler unutulmuş ve Birleşik Amerika ile de her çeşit dostluk muahedeleri imza edilmiştir (İlhan Turan, İsmet İnönü: Lozan Konferansı, 2010, s. 238).
Amerikan Senatosu Lozan andlaşmasını veto etmişti. Türk-Amerikan diplomatik ilişkileri güçlükle yeniden kurulabilmişti. 1928 yılına gelindiği zaman Amerikan basınındaki Türk düşmanlığı kampanyası büsbütün yatışmış değildi. Buna karşın Atatürk’ün önderliğinde yeni Türkiye’nin ardarda gerçekleştirdiği devrimci atılımlar, Amerika’da da olumlu yankılar yaratmaktan geri kalmıyordu. Türk yazı devrimi de Amerikan basınına olumlu biçimde yansımıştı (Bilâl N. Şimşir, Amerikan Belgelerinde Türk Yazı Devrimi, 1979, s. 107-108).
18 Temmuz 1923. Lozan’daki İngiliz başmurahhası Rumbold: Gizli kaynaktan psikolojik anlarda elde ettiğimiz bilgiler bizim için değer biçilemez önemde idi. Bu bilgiler sayesinde biz, briç oynarken rakibin elindeki kartları bilen bir kimsenin rahatlığı içindeydik (Bilâl N. Şimşir, Lozan Günlüğü, 2012, s. 24).
24 Temmuz 1923. Ankara heyeti Lozan Andlaşmasını imzaladı.
Lozan Konferansı’nın görünen veya görünmeyen en önemli konularından biri hiç şüphe yok ki, “hilafet” olmuştur. İngilizlerin ve müttefiklerinin barıştan sonra Türkiye’nin İslâmla ilişkilerini kesmesi yönünde telkinde bulunduklarını, baskı yaptıklarını düşünmemiz için çok güçlü emareler vardır. Bunlardan en bilineni, 10 Temmuz 1923’te Halk Fırkası (Partisi) nizamnamesi müzakereleri sırasında üst kademe yöneticiler tarafından din/İslâm karşıtı yaklaşımların dillendirilmesi ve Türkiye İslâm kaldıkça barış yapılmayacağı iddiasının ifade edilmesidir. Bundan iki hafta sonra Lozan Andlaşması, konferansa fesli veya kalpaklı giden “Türk delegeleri” tarafından silindir şapka ve smokin giyilerek imzalanmıştır! Bu şapka, kıyafet devrimi dahil olmak üzere, bir çok uygulamanın taahhüt edildiğinin sembolik bir ifadesi olarak yorumlanmalıdır (D. Mehmet Doğan, Bir Savaş Sonrası İdeolojisi Kemalizm, 2019, s. 8).
19 Ağustos 1923. Kâzım Karabekir’in kiralık olarak ikâmet ettiği Keçiören civarındaki Kubbeli Köşk’te, akşam yemeği sırasında Mustafa Kemal şöyle demiştir: Hocaları toptan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılâbı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız (Kâzım Karabekir, Paşaların Kavgası, 2005, s. 159).
21 Ağustos 1923. Mersin mebusu Niyazi Bey: Efendiler! ..Zannediliyor mu ki bu [Lozan] Muahedename[si] âmali milliyemizi tamamen tatmin ediyor? Zannediliyor mu ki bu Muahedename Millî hudutlarımız dâhilinde bu devlete bir istiklâli tam veriyor? Mardin mebusu Necib Bey: Hayır vermemiştir (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 1, Devre 2, İçtima senesi 1, s. 223).
29 Ekim 1923. Mustafa Kemal’den Fransız muhabire: Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’de asrî, binaenaleyh garbî bir hükûmet vücude getirmektir. Medeniyete girmek arzu edip de, garba teveccüh etmemiş millet hangisidir? (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1997, Cilt III, s. 91).
CHP tek-parti devrinin İstanbul valisi ve belediye başkanı operatör Emin (Erkul) Bey: İkinci Millet Meclisi’nin teşekkülünden ve Cumhuriyet’in ilânından sonra Lozan Konferansı müzakerelerinin ikinci safhası başlamıştı. Birinci Lozan Konferansı’ndan bir netice alınamamış, yalnız diplomasi yolu ile temas kesilmiş değildi. Bu sırada Ankara’da hilâfetin ilgası esas itibari ile kararlaştırılmış bulunuyordu. Bunu nasılsa haber alan Hahambaşı Hayim Naum’un da hilâfetin ilgası kararının tatbik sahasına konulmasını tâcil edecek birtakım faaliyetlerde bulunmuş olduğunu itimada şayan bir arkadaşımın (ki Emniyet-i Umumiye’nin eski umum müdür muavinidir) vermiş olduğu malûmatı dercetmekle tarihî bir hakikati ifşa etmiş olacağım. Şöyle ki: Yahudi siyonist teşkilâtının protokollerinde hilâfetin ortadan kaldırılması hakkında kararlar vardır. İstiklâl Savaşı’nın kazanılması üzerine hem bu siyonist kararının tatbik sahasına konulması zamanının gelmiş olduğuna kanaat getirilmesi aynı zamanda Anadolu Harekâtı’nın başında bulunan Gazi Paşa’nın teveccühünün kazanılmak istenmesi bir taşla iki kuş vurmak kabilinden Hahambaşı Naum’un harekete geçmesine yol açmıştır. Mumaileyh bilhassa Lord Cürzon ile temasa geçerek hilâfetin lağvı halinde Türklere Lozan Konferansı’nda bazı müzaheretler temin edilmesini sağlamış ve Ankara’ya giderek bu teşebbüsünü Gazi Paşa’ya arz eylemiştir. Bu sıralarda ise halife olan Mecid’in geniş salâhiyetler talebi, tahsisatının tezyidini ve nev’an-mâ [bir dereceye kadar] bir padişah sıfatı takınmak gibi Ankara’da hoş karşılanmayan şuursuz hareketleri de hilâfetin ilgası kararının tahakkukunu tâcil eden başlıca sebeplerden biri olmuştu. Hayim Naum, Atatürk ile görüştükten sonra tekrar Londra’ya gitmiş ve orada bu mevzudaki teşebbüsünü neticelendirmiştir (Emin Erkul, Millî Mücadele ve Cumhuriyet Devrine Ait Hatıralar, 2020, s. 43-44).
3 Mart 1924. Hılâfeti, Şeriye ve Evkâf Vekaletini ilga ve Osmanoğulları hanedanının tüm mensublarını sınırdışı eden kanun teklifi kabul edildi (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 7, s. 17-18, 29-30).
Mustafa Kemal: Hilâfet bize kuvvet vermiyecek, fakat kalabalık müslüman tebaaları olan bir çok büyük devletlere vehim verecek (Cumhuriyet, 27 İkincikanun 1939, s. 3).
İngiliz istihbarat memuru Philip Perceval Graves: Müslüman tebaaya sahip herhangi bir gayri-Müslim devlete daima zorluklar yaratabilecek bir kurumu kaldırarak, böyle bir niyetleri olmadığı halde, Türk Cumhuriyetçileri Britanya İmparatorluğu’na olağanüstü bir iyilik yaptı [Ebru Boyar, Türk-İngiliz İlişkilerinde Prestij Faktörü (1923-1938), 2014, s. 1166].
Halifeliğin kaldırılması; İngiltere’nin İslâm etkeni dolayısıyla duyabileceği endişeyi gidermek için ya da -yine yukarıda yer alan- öteki nedenlerle alınmış olsa da, sonuçta Türkiye’nin Musul tezine manevî bir darbe indirmişti. İngiltere’nin Musul’daki bir görevlisi, Halifeliğin kaldırıldığı yolundaki haberi hayretle karşılayıp inanmakta güçlük çektiklerini yazmaktadır. Bu İngiliz görevlisi, o zamana kadar, “Kürdistan’ı patlamağa hazır bir volkan gibi kaynaştıran Türk propagandasının, Kürtlerin Halife’ye kesin bağlılıklarına dayandırıldığını; Türklerin kendi bindikleri dalı kesmelerinin ise, İngiltere için inanılmayacak kadar mükemmel bir şey olduğunu” belirtmektedir [Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), 1978, s. 309-310].
5 Mart 1924. Hariciye Nezareti memurlarından D. G. Osborne İngiliz Parlamentosu’na şu izahatı yaptı: Osmanlı halifeliği kaldırıldı. Bütün hanedan üyeleri -ve son padişahın- ardından sürgüne gidecekler. Bu, birinci derecede önemli tarihi bir olaydır. Malları devlete geçecek. Adliye ve eğitim, din unsurundan tamamiyle arındırılacak. Laikleştirme politikası mantıkî sınırına kadar götürüldü. Bahtsız halifeye her zaman eski rejimin ve Türkiye’nin bütün felâketlerin sembolü olarak bakılmıştı. Kemal, Türk İmparatorluğunun çöküşüne sebep olan her şeyi temizlemeye, yeni Türk devletine doğru ve taze bir hamle yaptırmaya hep kararlıydı. Bunun sonucudur ki, kapütülasyon kalktı, Rumlarla Ermeniler kovuldu, İstanbul’un başkentliği reddedildi. Saltanat devrildi ve şimdi de halifelik kaldırıldı… Tamamen barışçı yollarla muazzam bir ihtilâl yapıldı. Kemal’in cesaretine, kararlılığına ve devlet adamlılığına hayran olmamak elde değil (Ali Satan, Türk ve İngiliz Belgelerinde Halifeliğin Kaldırılması, 2013a, s. 213).
9 Mart 1924. İngiliz Daily Telegraph, Türkiye’nin İslam milletleri liderliğinden üçüncü sınıf Tatar cumhuriyetine dönüştüğünü belirtti (Ali Satan, Türk ve İngiliz Belgelerinde Halifeliğin Kaldırılması, 2013a, s. 210).
Öte yandan Lozan Barış Andlaşması ile de hukukun ve adlî işlerin ıslâhı (reorganizasyonu) taahhüdü de Türkiye Cumhuriyeti için söz konusu idi. Bu nedenle fikri ve siyasal ortamın da elverişli olmasından ötürü, İsviçre Medeni Kanunu ile İsviçre Borçlar Kanunu -bazı değişiklikler de yapılarak- Türkçeye çevrildi ve madde madde görüşülmeksizin bütünüyle kabul edildi (Seyfullah Edis, Medenî Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, 1979, s. 54).
İsmet İnönü: Lozan Muahedesi yürürlüğe girdikten sonra adli beyannameye uygun olarak biri İsviçreli, biri İsveçli, diğerleri de İspanyalı ve Hollandalı olmak üzere dört hukuk müşavirine vazife verdik. Bunlar memleketimizde 5 sene çalıştılar. Bu arada bir sürü adli ıslahat yapıldı (Sabahattin Selek, İsmet İnönü Hatıralar, 1987, c. 2, s. 137).
12 Mart 1924. Washington’dan Londra’ya basındaki haberleri hülâsa eden muhtıra gönderildi. Buna göre The New York Tribune; İsmet Paşa, Lozan’da Türkiye batılılaşmak istiyor dediğinde inanılmadığını, olayların onu doğruladığını belirtiyordu (Ali Satan, Türk ve İngiliz Belgelerinde Halifeliğin Kaldırılması, 2013a, s. 213).
Eylül 1924. Mudanya kalkışlı ve Trabzon istikametli Hamidiye Kruvazörü’yle Karadeniz’de seyir hâlindeyken Mustafa Kemal, kaptana demiştir ki: İlk beş senede kendimizi toplayıp inkılapları yaparız, ikinci beş senede dünyaya kendimizi tanıtırız. Üçüncü beş senede İngiliz Krallına yurdumuzu ziyaret ettiririz (Taner Gün, Atatürk’ün Donanma Gemileri ile Yaptığı Geziler, 2007, s. 50).
28 Ağustos 1925. Gazi M. Kemal Türk Ocağı’nın İnebolu şubesinde bir konuşma gerçekleştirdi. Şu cümleleri oldukça dikkat çekicidir: Muhterem arkadaşlar, gerçi çok kısa zamanda serî ve kesif denilecek kadar siyâsî, idârî, içtimâî inkılâblar yapdık. Bu yapdıklarımızın sür’ati ve kesâfetinden ancak memnûniyetle ve bahtiyarlıkla bahs olunabilir. Çünkü bu böyle olmasaydı, kurtuluş ihtimâli tehlikeye düşebilirdi (Ayın Tarihi, 1341, n. 18, s. 470). “İnkılâplar”la “kurtuluş” arasında doğrudan illiyet kurması Lozan’da verilen taahhütleri işaret etmektedir denilebilir.
Mustafa Kemal 1 Aralık 1921 tarihli meclis konuşmasında Batı mukallitliğini kat’î bir lisanla tenkid etmişti: Sultan Mahmudu sani memleketin idaresini ıslah etmek, mazharı terekkiyat etmek için teşebbüste bulunmak istedi. Fakat vukubulan teşebbüsat Avrupa’yı taklidetmek oldu, Avrupa kanunlarını almak Avrupa nizamlarını almak, Avrupa’nın elbisesini giymek gibi birtakım teşebbüsatı ıslahiyyede bulundu. Fakat bu; hakiki, müspet bir netice vermedi, veremezdi. Çünkü; ıslahat için mukallitliğe tevessül etmişti. (..) Deli Petro dahi taklit ile milletini ıslah etmek istedi. Hakikaten bunda bir dehai taklidi vardı. Fakat hiçbir vakit yoktan var eden ve icadeden dehai hakikiye malik değildi. Onun için kendi milletini ıslah etmek için ihzarı tedabir ederken, milletini Rus olarak tekâmül ettireceğini zannederken Rus değil bir Alman, bir İngiliz yapmıştır. Halbuki bir Rus’un Alman olması mümkün olamadığından, hem kendi benliğini kaybetmiş ve hem de olmak istediği şeyi olamamış ve ortaya böyle müşevveş bir mahlûkiyetten başka bir şey çıkmamıştır (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 14, s. 422-433).


1925. İngiliz Yıllık Raporu: Gazi kendi modernizasyon rotasının peşinden amansızca gidiyordu. (..) Gazi’nin ülkedeki mevkii hâlâ sarsılmamıştı ve askerî bir hoşnutsuzluk olduğunu gösteren hiçbir işaret mevcut değildi [Ali Satan, İngiliz Yıllık Raporlarında Türkiye (1925-1926), 2013b, s. 33].
7 Haziran 1926. Hariciye Vekili Sabataycı Tevfik Rüştü Aras, İngilizlerin 1.000 kilometrekarelik toprak teklifini dahi reddederek, en az 4 asırlık vatan toprağı Musul Vilayetini İngiliz mandaterliğindeki Irak Devletine terk ettiklerini mecliste beyan etti: Arkadaşlar, bugün huzuru tetkik ve tasvibinize arz ettiğim Türkiye Irak hudut ve iyi komşuluk muahedenamesi hudut inzibatına mütedair tanzim edilen bir kaç maddeyi ihtiva ve Brüksel hattı hududunu hattı kati olarak ifade etmektedir. Şurasını da derhal arz etmeye mecburum ki hudut üzerinde bize bin kilometre murabbaı miktarında lehimize tashihat ilavesini teklif ettiler, esas davamızın böyle bir veyahut iki bin kilometrelik arazi davası olmadığını söyleyerek bu teklif olunan araziden de sarfı nazarla bütün Musul Vilâyetinden müstakil Irak Devleti lehine feragati prensiplerimize daha uygun bulduk (T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 26, s. 165). Hariciyeci Mahmut Dikerdem: Atatürk’ün dış politika uygulayıcısı Tevfik Rüştü Aras’tı. İlke ve hedefleri Atatürk tarafından çizilen dış politikayı ustalıkla ve kimi zaman da İsmet Paşa’yı atlayarak yürütürdü. Bu yüzden Başbakan’la aralarının tamamen açıldığı bilinir (Milliyet, 15 Ocak 1980, s. 5).
Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt: Atatürk bir gün, lûtfen bu hususta fikrimi sormuşlardı. O sırada Musul işi, aleyhimizde neticelendiği için, rahmetli hayli sıkıntılı idi. Şu cevabı vermek cesaretinde bulundum: “Şapka geymek, bu millet hesabına bir Musul fethinden üstündür.” Atatürk hafifçe gülümsediler. Ve başlarını bir kaç defa eğerek beni taltif ettiler (Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilâli, 1940, s. 148-149). Millî Mücadele’ye İtalyan gemisiyle katılan Mahmut Esat Bozkurt’un Adliye Vekili tayin edilmesi ve “İtalyan Ceza Yasası’nı temel alan” değişikliğin tatbik edilmesi oldukça dikkat çekicidir (Osman Olcay, Sevres Andlaşmasına Doğru, 1981, s. XXXVII; Şaduman Halıcı, Yeni Türkiye Devleti’nin Yapılanmasında Mahmut Esat Bozkurt (1892-1943), 2004, s. 286-291].
Atatürk’ün ululuğunu ilk kavrayan devletlerden biri de İngiltere olmuştur. ..Musul sorunu çözüme bağlandıktan sonra, Türk dostluğuna büyük önem vermiş, 1938’de bu dostluk doruk noktasına ulaşmıştı. Şöyle ki, İngiltere’nin Ankara’daki büyükelçisi Sir Percy Loraine, 9 Nisan 1938’de, Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderdiği mektupta, Atatürk’e ya bir kıraliyet nişanı, ya da bir üniversite fahri doktorası verilmesini öneriyor, Atatürk’ün buna lâyık olduğunu ileri sürerek onun erdemlerini şöyle sayıyordu: (..) kendi halkına Batı uygarlığını aşılamak yönündeki çabalarıyla (..) Bundan sonra İngiliz Büyükelçisi, Atatürk’ün başardığı “büyük eserlerden” bazılarını sıralıyordu: (..) Alfabede Latin harflerini, Gregoryan takvimini, ondalık sistemini, soyadı usulünü kabul etti ve uyguladı. Kadınları özgürlüğe kavuşturdu; onlara oy hakkı verdi; milletvekili, avukat, doktor v.b. olmalarını sağladı; çok karılı evliliği ortadan kaldırdı. Batı’nın sivil, ticaret ve ceza kanunlarını kabul etti; (..) Batı’nın sosyal âdet ve giyimini benimsedi (Salâhi R. Sonyel, Ölümünün Otuzdördüncü Yılında Atatürk’ü Anarken, 1973, s. 239).
1926 İngiliz Yıllık Raporu: Gazi’nin “Batılılaşma” ya olan fanatik tutkusunun tesiri ve diğer sebepler sonucunda problem daha değişik bir biçimde açığa çıkmaya başlıyor; Türkler bir tarafta Majestelerinin Hükümeti’nin desteğinde “Batılılaşma”yı ya da bu desteğin gerçekleşmemesi halinde Rusya ile yakınlaşmayı, her an gerçekleşeceğine inandıkları İtalyan saldırısını engelleyebilecek tek çare olarak düşünmeye başlıyorlar (Ali Satan, İngiliz Yıllık Raporunda Türkiye 1925-1926, 2013b, s. 87).
İdarî sahada Şeriat ve asırlardır onu icra etmekte olan organların yerine gerekli yeni organlarla birlikte Batı ülkelerinden kopya derecesinde bir ayniyetle ithal edilen kanunlar kabul edildi (Arnold Toynbee, 1920’lerde Türkiye: Hilâfetin İlgası, 1998, s. 92).
Ocak 1929. The National Geographic Magazine: Türkiye, şurada birkaç yıl önce Amerikan mandasına aday gösteriliyordu. Şimdi, hiçbir yabancı vasinin empoze etmeye kalkışamayacağı değişiklikleri kendiliğinden hevesle benimsemektedir (Bilâl N. Şimşir, Amerikan Belgelerinde Türk Yazı Devrimi, 1979, s. 151).
Ağustos 1932. Reisicumhur Mustafa Kemal, sofrada münakaşa ettiği Başvekil İsmet Paşa’ya şöyle dedi: Aaa, duymadınız mı? Bir Amerikan gazetesinden naklen bütün dünya matbuatına yayılan havadisi? İngiltere Kralı bana Dizbağı nişanı verecekmiş. Söylendiğine göre bu, İngilizlerin en büyük nişanı imiş. İsmet Paşa: İyi ama, bunu size ne münasebetle vereceklermiş? Mustafa Kemal: Bunu herkesten ziyade sizin bilmeniz lazım gelir, İngiliz milleti beni sever.. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, 1968, s. 126; Hulûsi Turgut, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, 2009, s. 282-283).

Latife Hanım’ın yeğeni Sadık Öke: Yoksa 1932 yılında İsmet Paşa der miydi, “Devlet meseleleri içki sofrasında, rakı sofrasında konuşulmaz,” diye. Bu kavganın sebebi İngilizlerin vereceği dizbağı nişanı sebebiyledir (Fatih Bayhan & Mehmet Sadık Öke, Teyzem Latife, 2011, s. 405).

13 Şubat 1935. Amerika Birleşik Devletleri senatosunun Demokrat Parti lideri M. Robinson: (..) Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar az bir zaman içinde bu derece değişkilik vuku bulmamıştır. (..) 1923 tarihli Lozan muahedesinden beri bu 17 milyon halkın yaşadığı inkılâblar şayanı hayret olarak tavsif edilebilir. Kapitülâsyon adı altında uzun senelerdenberi ecnebilere bahşedilen müsaadat ilga edilmiştir. Bilûmum ecnebi ordular memleketi terketmişlerdir. Hududlar tesbit edilmiş ve bunlar dahilinde tek bir ırk kültürü kurulmuştur. Çanakkale Boğazında, Marmara denizinde ve Karadeniz Boğazlarından serbest geçid her millete müsaade edilmiştir. 13 ilkteşrin 1923 te hükûmet merkezi Ankaraya nakledilmiş ve ayni ayın 29 unda da Türkiye tarzı hükûmeti Cumhûriyet olarak ilân ve Riyaseticumhur makamına Mustafa Kamâl intihab olunmuştur. 3 mart 1924 tenberi Türkiyede teokrasi nihayet bulmuştur. İslâm dünyasını resmen idare eden hilâfet makamı Türkiyede ilga edilmiş ve devlet kanunu olarak Kur’anın yerine Kanunu Medenî kaim olmuştur. Erkeklerin fesi, kadınların örtüsü ve kapalı tutulması, taaddüdü zevcat ve haremler ortadan kalkmıştır. Arab hurufatı yerine Lâtin alfabesi kabul edilmiş ve bu sayede çocuklar iki üç sene yerine bir senede okumak öğrenmeğe başlamışlardır. Eski ölçü sistemleri yerine metro sistemi ve bütün dünyada kullanılan gregorien takvimi kabul edilmiştir. 1924 tenberi medreseler kapatılmış ve herhangi bir mezhebden olursa olsun mekteblerde din tedrisi menedilmiştir. Şimdi bütün Türkiyeli çocuklar için ilk tahsil İngiliz sistemi ilkmekteblerde mecburî kılınmıştır (Cumhuriyet, 13 Şubat 1935, s. 6).
20 Ekim 1938. Britanya Dışişleri Bakanlığı birinci sekreteri R. F. Bowker’in mahrem muhtıraya derkenarı: Cumhurbaşkanının sık sık değişmesi, Türkiye’nin şimdiki anayasa gelişimi açısından uygun değildir (Salâhi R. Sonyel, İngiliz Belgelerinin Işığı Altında Atatürk’ün Son Günleri, 1971, s. 562).
3 Aralık 1938. İngiltere’nin Ankara’daki Büyükelçisi Percy Loraine’den Hariciye Nazırı Lord Halifax’a muhtıra: ..Kemalist Cumhuriyete dostluklarını göstermek yönünde İngiliz Kıralı, hükûmeti ve halkının almış olduğu tedbirlerin Türkler arasında yarattığı duyguları yeterlikle anlatabilmek için, ‘intiba, değerlendirme ve takdir’ gibi kelimeler yetmez (Salâhi R. Sonyel, İngiliz Belgelerinin Işığı Altında Atatürk’ün Son Günleri, 1971, s. 586).
Atatürk, Birleşik Krallık’ın ilgili diplomatik yetkilileri tarafından “Türkiye’nin İngiliz yanlısı politikasını başlatan” devlet adamı olarak ve İngiliz dilinin azimli öğrencisi İsmet İnönü, “bu politikanın kararlı destekçisi” olarak görülüyordu (F.O. 434/289/R 11929/1012/44; Aktaran: Dimitri Michalopoulos, “Yüzyıllık Düğüm: Musul Vilayeti” içinde Mütarekeden Sonra Musul’a Bir Bakış, 2020, s. 108).






